İDARİ
YARGI KARARLARININ UYGULANMAMASININ SONUÇLARI
İdarenin dışarıdan
denetiminde en etkili olan yol, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka
uygunluğunun yargının denetimine tabi tutulmasıdır.
Anayasa’nın 2. maddesine
göre “Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Hukuk Devletidir.” Hukuk devleti; kamu hizmeti
görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara
bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan
infaz eden devleti ifade eder.
Hukuk devletini
sağlamakta en önemli etken tabii ki bağımsız bir yargı sisteminin var olması ve
bu bağımsız yargı tarafından verilen kararların uygulanmasıdır.
Kamu gücünü temsil eden
ve faaliyetlerinde hukuka uygun davranmak zorunda olan idarenin hukuk
kurallarına uygun davranıp davranmadığını belirleyen yargı kararlarına uyması
gerektiği şüphesizdir. Aksi bir tutum ve düşünce bağımsız yargı kararlarını
anlamsız kılar.
Anayasa’nın 138. maddesinde
“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık ve kesin
bir kurala yer verilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesininde
de, “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri’nin esasa ve
yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare,
gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur” şeklindeki
kuralıyla idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan
bir yargı kararını “aynen” ve “gecikmesiz” uygulamaktan başka bir seçeneği
bulunmadığı belirtilmiş, maddenin devamında da, “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri’nin,
İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin
kararlarının icaplarına göre idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya
eylemde bulunmaya mecburdur. Mahkeme kararlarının kamu görevlilerince kasten
yerine getirilmemesi halinde ilgili idare veya kararı yerine getirmeyen kamu
görevlisi aleyhine tazminat davası açabilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
İptal davaları; idari
karar ve işleme yöneltilmiş davalardır. Bu davalarda idari bir işlemin hukuk
kurallarına uygun olup olmadığı incelenmekte ve hukuk kurallarına aykırılığı
halinde bu işlemin iptali yoluna gidilmektedir. Bir hakkın ihlal edilip
edilmediği ve böyle bir ihlal sonucunda ortaya çıkacak zararın tazmini ise tam
yargı davaları ile sağlanır.
Açılmış bir iptal davası
sonucunda verilecek bir iptal kararı geriye yürür şekilde idari işlemi, hukuk
aleminde hiç var olmamış gibi, tesis edildiği tarihten itibaren bütün etki ve
sonuçlarıyla beraber ortadan kaldırır. Bu
bağlamda, iptal edilen bu işleme bağlı olarak tesis edilmiş diğer işlemlerin de
ortadan kaldırılması gerekir. İptal edilen işleme bağlı olarak tesis edilen
işlemler dolayısıyla bu işlemlerin muhatabı kişilerin kazanılmış haklarından
bahsedilemez.
İptal edilen işlem,
düzenleyici işlem ise; sadece davacıyı değil davacı olmamakla birlikte, bu
düzenleyici işlemden hakları ihlal edilen diğer kişileri de etkiler.
İptal kararlarının
uygulanması çoğunlukla, idarenin yeni bir işlem tesisini gerektirir.
En geç 30 gün içinde ve
aynen uygulanması gereken lehe olan bir yargı kararının uygulanmaması; hiç
uygulamama veya gereği gibi uygulamama şeklinde olabilir. Her iki halde de
idarenin sorumluluğu doğar.
Hiç uygulamama, İdarenin
yargı kararlarına kayıtsız kalması, hiçbir eylem ve işlemde bulunmaması,
hareketsiz kalması şeklinde gerçekleşir.
Gereği gibi uygulamama
halinde ise, idare yargı kararını geç uygulamakta, uygular gibi gözükmekle
birlikte, eksik veya şeklen uygulamakta; bu yolda tesis edilen işlem karar
gereklerini karşılamamaktadır.
Hukuki ve Fiili
İmkânsızlık:
Yargı kararlarını
uygulamama konusunda hiçbir takdir yetkisi bulunmayan idarenin, bazı hallerde kararları
uygulamaması hususunda hukuki ve fiili imkansızlıktan söz edilebilir. Her iki
durum da idarenin iradesi dışında oluşan bir imkansızlıktır.
Bu tür bir imkânsızlığın
varlığı halinde idare sadece uygulama zorunluluğundan kurtulur. Uygulanmama
sonucu oluşacak maddi ve manevi zararların tazmin sorumluluğu devam eder.
Hukuki imkânsızlık
halinde, kararın uygulanması önündeki engel başka bir hukuk kuralıdır. Bu hukuk
kuralının oluşturduğu hukuki engelin aşılamayacak nitelikte olması gerekir.
Fiil imkansızlıkta ise,
lehine karar verilenin ölümü, binanın yıkılmış olması gibi durumlarda, idarenin
kararı uygulamasının fiilen mümkün olmaması durumu söz konusudur.
Yargı Kararlarının
Uygulanmaması Dolayısıyla Açılacak Tazminat Davaları:
Danıştay, bölge idare
mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen
veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari
mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.
İdarenin Anayasa hükmünü
hiçe sayıp, yargı kararlarını uygulamaması idarenin veya uygulamayan kamu
görevlisinin sorumluluğunu gerektirir. Hukuki ve fiili bir imkânsızlık
olmadıkça bir kararın derhal uygulanmaması ağır hizmet kusuru teşkil eder.
Ancak idarenin tazminat sorumluluğuna gidilebilmesi için, uygulamamdan kaynaklı
maddi veya manevi bir zarar doğmuş olması gerekir.
Yargı kararlarını uygulanmamasında kişisel kusurun bulunduğu
hallerde de tazminat davası ilgili kişiye karşı değil ancak ilgili idare
aleyhine açılabilir.
Bu halde, idare aleyhine
açılan tazminat davasında idarenin tazminat ödemesi halinde bu tazminatı ilgili
kamu görevlisine rücu etmesi gerekir.
Tazminat davalarında idarenin
sorumluluğuna esas teşkil eden unsur, hizmet kusurudur. Hizmet kusuru, idari hizmetin
kurulmasında, düzenlenmesinde ya da işleyişindeki aksaklığı ifade eder.
Yargı kararlarının
uygulanmaması idarenin hizmet kusuru olmakla birlikte, esasen kararları
uygulamak durumunda olan kamu görevlilerinin de kişisel kusurudur.
Yargı kararlarının
uygulanmaması hukuki veya fiili imkânsızlık haline dayalı ise bu durumda da,
kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca idarenin tazminat sorumluluğu söz konusu
olur.
Yargı Kararının
Uygulamayan Kamu Görevlisinin Cezai Sorumluluğu:
Yargı kararını
uygulamayan kamu görevlisinin hukuki sorumluluğunun yanında cezai sorumluluğu
da söz konusudur. Yargı kararını uygulamayan kamu görevlisinin bu eylemi görevi
kötüye kullanma suçu oluşturur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder