24 Nisan 2020 Cuma

İdari̇ Yargı Kararlarının Uygulanmamasının Sonuçları


İDARİ YARGI KARARLARININ UYGULANMAMASININ SONUÇLARI
                                                                                                                                       
Dünya tarihinde idarenin içeriden ve dışarıdan denetimi uzunca bir sürecin sonucudur. Hukuka bağlı idarenin oluşması dünden bugüne oluşmuş bir olgu değildir. Günümüzdeki anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihi sürecin önemli basamaklarından birisi ve başlangıcı İngiltere’de 1215 yılında imzalanan ve Kralın yetkilerinin kısıtlanmasını içerene Magna Carta’ dır.

İdarenin dışarıdan denetiminde en etkili olan yol, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargının denetimine tabi tutulmasıdır.

Anayasa’nın 2. maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Hukuk Devletidir.” Hukuk devleti; kamu hizmeti görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan infaz eden devleti ifade eder.

Hukuk devletini sağlamakta en önemli etken tabii ki bağımsız bir yargı sisteminin var olması ve bu bağımsız yargı tarafından verilen kararların uygulanmasıdır.



Kamu gücünü temsil eden ve faaliyetlerinde hukuka uygun davranmak zorunda olan idarenin hukuk kurallarına uygun davranıp davranmadığını belirleyen yargı kararlarına uyması gerektiği şüphesizdir. Aksi bir tutum ve düşünce bağımsız yargı kararlarını anlamsız kılar.

Anayasa’nın 138. maddesinde “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarını uygulamak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” şeklinde açık ve kesin bir kurala yer verilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesininde de, “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri’nin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde bulunmaya mecburdur” şeklindeki kuralıyla idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını “aynen” ve “gecikmesiz” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmadığı belirtilmiş, maddenin devamında da, “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri’nin, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Mahkeme kararlarının kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili idare veya kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine tazminat davası açabilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

İptal davaları; idari karar ve işleme yöneltilmiş davalardır. Bu davalarda idari bir işlemin hukuk kurallarına uygun olup olmadığı incelenmekte ve hukuk kurallarına aykırılığı halinde bu işlemin iptali yoluna gidilmektedir. Bir hakkın ihlal edilip edilmediği ve böyle bir ihlal sonucunda ortaya çıkacak zararın tazmini ise tam yargı davaları ile sağlanır.

Açılmış bir iptal davası sonucunda verilecek bir iptal kararı geriye yürür şekilde idari işlemi, hukuk aleminde hiç var olmamış gibi, tesis edildiği tarihten itibaren bütün etki ve sonuçlarıyla beraber ortadan kaldırır.  Bu bağlamda, iptal edilen bu işleme bağlı olarak tesis edilmiş diğer işlemlerin de ortadan kaldırılması gerekir. İptal edilen işleme bağlı olarak tesis edilen işlemler dolayısıyla bu işlemlerin muhatabı kişilerin kazanılmış haklarından bahsedilemez.

İptal edilen işlem, düzenleyici işlem ise; sadece davacıyı değil davacı olmamakla birlikte, bu düzenleyici işlemden hakları ihlal edilen diğer kişileri de etkiler.

İptal kararlarının uygulanması çoğunlukla, idarenin yeni bir işlem tesisini gerektirir.

En geç 30 gün içinde ve aynen uygulanması gereken lehe olan bir yargı kararının uygulanmaması; hiç uygulamama veya gereği gibi uygulamama şeklinde olabilir. Her iki halde de idarenin sorumluluğu doğar.

Hiç uygulamama, İdarenin yargı kararlarına kayıtsız kalması, hiçbir eylem ve işlemde bulunmaması, hareketsiz kalması şeklinde gerçekleşir.

Gereği gibi uygulamama halinde ise, idare yargı kararını geç uygulamakta, uygular gibi gözükmekle birlikte, eksik veya şeklen uygulamakta; bu yolda tesis edilen işlem karar gereklerini karşılamamaktadır.

Hukuki ve Fiili İmkânsızlık:

Yargı kararlarını uygulamama konusunda hiçbir takdir yetkisi bulunmayan idarenin, bazı hallerde kararları uygulamaması hususunda hukuki ve fiili imkansızlıktan söz edilebilir. Her iki durum da idarenin iradesi dışında oluşan bir imkansızlıktır.

Bu tür bir imkânsızlığın varlığı halinde idare sadece uygulama zorunluluğundan kurtulur. Uygulanmama sonucu oluşacak maddi ve manevi zararların tazmin sorumluluğu devam eder.

Hukuki imkânsızlık halinde, kararın uygulanması önündeki engel başka bir hukuk kuralıdır. Bu hukuk kuralının oluşturduğu hukuki engelin aşılamayacak nitelikte olması gerekir.

Fiil imkansızlıkta ise, lehine karar verilenin ölümü, binanın yıkılmış olması gibi durumlarda, idarenin kararı uygulamasının fiilen mümkün olmaması durumu söz konusudur.

Yargı Kararlarının Uygulanmaması Dolayısıyla Açılacak Tazminat Davaları:

Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.

İdarenin Anayasa hükmünü hiçe sayıp, yargı kararlarını uygulamaması idarenin veya uygulamayan kamu görevlisinin sorumluluğunu gerektirir. Hukuki ve fiili bir imkânsızlık olmadıkça bir kararın derhal uygulanmaması ağır hizmet kusuru teşkil eder. Ancak idarenin tazminat sorumluluğuna gidilebilmesi için, uygulamamdan kaynaklı maddi veya manevi bir zarar doğmuş olması gerekir.

Yargı kararlarını uygulanmamasında kişisel kusurun bulunduğu hallerde de tazminat davası ilgili kişiye karşı değil ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.

Bu halde, idare aleyhine açılan tazminat davasında idarenin tazminat ödemesi halinde bu tazminatı ilgili kamu görevlisine rücu etmesi gerekir.

Tazminat davalarında idarenin sorumluluğuna esas teşkil eden unsur, hizmet kusurudur. Hizmet kusuru, idari hizmetin kurulmasında, düzenlenmesinde ya da işleyişindeki aksaklığı ifade eder.

Yargı kararlarının uygulanmaması idarenin hizmet kusuru olmakla birlikte, esasen kararları uygulamak durumunda olan kamu görevlilerinin de kişisel kusurudur.

Yargı kararlarının uygulanmaması hukuki veya fiili imkânsızlık haline dayalı ise bu durumda da, kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca idarenin tazminat sorumluluğu söz konusu olur.

Yargı Kararının Uygulamayan Kamu Görevlisinin Cezai Sorumluluğu:

Yargı kararını uygulamayan kamu görevlisinin hukuki sorumluluğunun yanında cezai sorumluluğu da söz konusudur. Yargı kararını uygulamayan kamu görevlisinin bu eylemi görevi kötüye kullanma suçu oluşturur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder