Makalemizin
konusunu, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) 16 ’ncı
maddesinin 4 ‘üncü fıkrasına, 11.4.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunun 4’üncü
maddesi ile eklenen “…tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen
miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye
kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir…” hükümden
sonra uygulamada ortaya çıkan hukuki sorunlar ve çözüm önerileri ile tam yargı
davaları kapsamında bazı tazminat davalarının, hukuk usulündeki belirsiz alacak
davalarına benzerliğinden hareketle belirsiz tazminat davaları olarak
adlandırılması önerisi oluşturmaktadır.
Mahkemeye
Erişime Hakkı ve Usul Kuralları
Hukuk
yargılamasının ana ilkelerinden olan ve idari yargılamada da katı bir şekilde uygulanan
taleple bağlılık ilkesi uyarınca, mahkeme taleple bağlıdır, talepten başka bir
şeye hükmedemeyeceği gibi, talep edilen miktardan fazlasına da karar veremez.[1]
Adli
yargı yerinde açılacak alacak ve tazminat davalarında dava değerinin,[2] idari
yargı yerinde açılacak tam yargı davalarında[3] ise talep
edilen tazminat miktarının[4] dava
dilekçesinde gösterilmesi zorunludur.[5]
Davacı
ve davalı, hem medeni yargılamada, hem de idari yargılamada, dava ve savunma
dilekçesinde (idari yargıda birinci savunma) ileri sürdüğü hususlar dışında
başkaca bir hususu, yargılamanın devam eden sürecinde ileri süremez, iddia ve
savunmasını değiştirip genişletemez.[6] Bu,
davanın genişletilmesi yasağının bir sonucudur.
İdari
yargıda, idari işlem veya eylemden kaynaklanan zararın tazmini istemiyle açılan
tam yargı davalarında, zarar miktarının (dolayısıyla talep edilen tazminat
miktarının), tam ve kesin olarak belirlenmesinin imkânsızlığına ya da davacının
miktarı belirlemesinin kendisinden beklenip beklenmeyeceğine bakılmaksızın, dava
dilekçesinde yazılması zorunluluğunun, İYUK’da yer almamakla birlikte, usulde katı
bir şekilde uygulanan taleple bağlı olma genel ilkesi ve İYUK’un 16/4
maddesinin, “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya
ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler.” hükmü birlikte
değerlendirildiğinde, zarar ve tazminat miktarının kolayca belirlenemediği
uyuşmazlıklarda, ya gerçek zararın bir kısmı için dava açılmakta ya da dava
sürecinde talep miktarını artırma imkânı olmadığından miktar yüksek tutularak
dava açılmaktadır.
Kısaca,
bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde
karara bağlanmasını isteyebilmek şeklinde[7]
tanımlanan mahkemeye erişim hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamında, bir
uyuşmazlığı mahkeme önüne götürebilme, etkili bir başvuru yapma ve karar alma
hakkını da içerir. Etkili karar hakkı, mahkemeye erişim hakkından türetilmiş
bir haktır ve bireylerin yargılama makamlarından kesin ve icra edilebilir bir
karar alabilmelerini ifade eder. İdari davalarda davalı tarafın idare/devlet
olması nedeniyle, kararların makul sürede ve eksiksiz infazı noktasında da
etkili karar hakkı zaman zaman ihlal edilmektedir.
Gerçek
zararın talep edilenden fazla olduğu durumlarda, katı bir şekilde uygulanan
taleple bağlı olma kuralı nedeniyle kişiler yönünden, hakkın (gerçek zararın)
bir kısmına kavuşamama ya da bu kaygıyla miktar yüksek tutularak dava açılmışsa
fazladan yargılama giderlerine katlanma sonucu ortaya çıkmakta, dolayısıyla
mahkemeye erişim hakkı engellenmektedir.
Davanın Genişletilmesi Yasağı ve Islah
Davanın,
bu bağlamda iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağının istisnası olarak,
açılmış bir davada taraflardan birinin, yapmış olduğu bir usul işlemini, karşı
tarafın iznine veya hâkimin onayına bağlı olmaksızın tamamen veya kısmen
düzeltmesi yolu olan ve uzun yıllar idari yargılama usulünde yer almayan ıslah,
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 83 ila 90 maddeleri arasında[8]
düzenlenmiş, ıslah ile talep sonucunun (müddeabih) artırılmasını yasaklayan 87
‘nci maddenin son cümlesinin Anayasa Mahkemesince iptalinden[9] sonra da
ıslah ile talep sonucunun artırılabilmesi yolu açılarak medeni yargılama
alanında, dava sonuçlanıncaya kadar davanın taraflarına bir defaya mahsus olmak
üzere iddia ve savunmalarını genişletme ve/veya değiştirme imkânı tanınmış, hak
arama özgürlüğü ve bu bağlamda mahkemeye erişim hakkının önündeki önemli bir
engel kaldırılmıştır.
01.10.2011
tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 176
ila 182 ‘nci maddeleri arasında düzenlenen ıslah; iddianın veya savunmanın
değiştirilmesi hakkındaki yasağın katı uygulanmasından doğan sakıncanın
giderilmesini sağlayan bir yoldur. Islah müessesesi, bu açıdan usul ekonomisi
(md.30), “usulî hakkaniyet” ve medenî yargılama hukukunun amacı olan “adaletli
karar verme” ile yakından ilgili bulunduğundan, ıslaha ilişkin kanun hükümleri,
bu ilkeler dikkate alınarak yorumlanıp uygulanmalıdır.[10]
Dava
açıldıktan sonra, yeni bir dava dilekçesi verilerek tam ıslah suretiyle davanın
sebebinin, konusunun, delillerin ve diğer hususlardaki usule ilişkin işlemlerin
ıslah yoluyla düzeltilmesi mümkün olduğu gibi, kısmi ıslah ile usul
işlemlerinden birinin, bu bağlamda dava dilekçesinde yazılı dava değerinin,
talep edilen tazminat miktarının artırılması da mümkündür. Bu haliyle kısmi ıslah, ek dava yoluyla elde
edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve
daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı[11] tanır
ve ek dava açma yoluna alternatif oluşturur.[12]
İdari
yargılama usulünde, yasada yer almayan ıslah, gerek bu sebeple[13] gerekse
tam yargı davalarının niteliğinin medeni yargılamadaki alacak ve tazminat
davalarından farklı olduğu gerekçesiyle idari yargı yerlerince içtihatla
uygulamaya sokulamamış, hatta Anayasa Mahkemesi 12.06.2008 tarih ve E:2004/10,
K:2008/121 sayılı kararıyla[14] İYUK’un,
ıslaha yer vermeyen (bu yönden eksik düzenlenen) 31‘inci maddesinin Anayasaya
aykırı olmadığına karar vermiştir. Bu karar da, idari yargıda ıslah müessesesinin
uygulanabilirliğinin bulunmadığına dair içtihadın sürdürülmesinde etkili
olmuştur.
Oysa
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 3. maddesinin 2. fıkrasının (d)
bendinde, tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği; 15.
maddesinde ise, 3. maddeye aykırı düzenlenen dava dilekçesinin reddedileceği
belirtilmiş; ancak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık
konusu miktarın artırılmasını yasaklayan bir hükme yer verilmemiştir.
Belirsiz
Alacak Davalarından Belirsiz Tazminat Davalarına
Bir
dava türü olarak belirsiz alacak davası, öğreti ve içtihatlarla hukukumuza
girmiş ve ilk olarak 6100 sayılı HMK ile medeni yargılama alanında yasal temele
kavuşmuştur.
HMK’nın
yürürlüğe girmesi ile birlikte miktarı bilinemeyen alacaklar için artık tespit,
belirsiz alacak davası ya da kısmi dava açılması mümkün hale gelmiştir.[15]
Kanunun
107’nci maddesinde düzenlenen “belirsiz alacak davası”, esasen baştan miktar
veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan
kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama
özgürlüğünün mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması
gerekçesi ile ihdas edilmiştir.[16] Bir davanın
belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih
itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak
davacı tarafından belirlenememesi gerekir. Belirleyememe hali de, davacının
gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değeri belirlemesinin
kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak
imkânsızlığa dayanmalıdır.[17]
Alacağın
miktarının, tahkikat aşamasında delillerin incelenmesi suretiyle veya keşif ve bilirkişi
incelemesi yapılarak belirlenebileceği haller için belirsiz alacak davası
açılabileceği öğreti ve içtihatta kabul edilmektedir.
Hâkime
alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde de
(Örneğin: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 50, 51,56), hâkimin kullanacağı
takdir yetkisi ile alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının, davanın
açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin imkânsız olduğu kabul edilmelidir.[18]
Talep
sonucunun tam olarak belirlenemediği hallerde, belirlenebilen asgari miktar
üzerinden açılan belirsiz alacak davası, iddianın genişletilmesi yasağı ve
zamanaşımı iddiası ile karşılaşmaksızın davacının hakkına ulaşmasını
amaçlamakta ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmektedir.
Dava
değerinin veya tazminat miktarının belirli veya davacı tarafından kolayca
belirlenebilir olduğu durumlarda,
belirsiz alacak davasının sağladığı imkânlardan yararlanmak mümkün
olmadığından, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa ve hukuki
yarar bulunuyorsa kısmi dava açılabilir.[19]
HMK’nın,
"Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça
belirli ise kısmi dava açılamaz" hükmünü taşıyan 109 ‘uncu maddesinin 2
‘nci fıkrasının 11.04.2015 tarihinde yürürlüğe giren 6644 sayılı Kanun ile
yürürlükten kaldırılması sonrasında, taraflar arasında tartışmasız ve miktarı
açıkça belirli alacaklar için de kısmi dava açılması artık mümkün hale
gelmiştir.
Kısmi
dava, talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda,
davacının, aynı hukuki ilişkiden doğan alacağının tamamı yerine şimdilik
belirli bir kısmı için açtığı, alacağın kalanını dava kapsamı dışında tuttuğu
davadır.[20]
Alacağın
hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu
hususunda somut olayın özelliğine bakılarak karar verilmesi gerekmekle
birlikte, davacının, miktarı ya da değeri tam ve kesin olarak belirlemesinin
imkânsız olduğu ya da belirlemesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda, herhangi
bir miktar belirtmeden dava açması söz konusu olmayıp, her halde dava
dilekçesinde bir miktarın belirtilmesi gerekir. Belirtilen bu miktar geçici
talep sonucu olup, tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin
olarak belirlenmesini müteakip kesin talebe dönüştürülmesi gerekir.[21]
İdari
yargılama alanında, (objektif nitelikli iptal davalarından farklı olarak)
sübjektif nitelikli davalar olan ve idarenin işlem ve eylemlerinden dolayı
kişisel hakları ihlal edilenler tarafından zararlarının tazmini istemiyle
açılan[22] tam yargı davalarında da, uyuşmazlığın
niteliği gereği, belirsiz alacak davalarında olduğu gibi, davacının ancak
mahkemece re’sen yapılacak araştırma veya bilirkişi incelemesi sonucu belirli
hale gelecek olan zarar miktarını, tam ve kesin olarak belirlemesinin imkânsız
olduğu ya da miktarı belirlemesinin objektif olarak kendisinden beklenemeyeceği
olgular söz konusudur. Devlet veya üniversite hastanelerinde çalışan hekimlerin
bilgisizlik ya da deneyimsizliğine dayalı hatalı teşhis ve tedavisinden
kaynaklanan davalar bu tür davalara örnektir. Bu sebeple, davacının ancak
mahkemece re’sen yapılacak araştırma veya bilirkişi incelemesi sonucu belirli
hale gelecek olan zarar miktarının tazminini bu tür tam yargı davalarının
belirsiz tam yargı davaları olarak adlandırılması, ıslahın da bu davalarda
uygulanması yerinde olacaktır kanaatindeyiz
Medeni
yargılamada, davacının, miktarı ya da değeri belirlemesinin objektif olarak imkânsız
olduğu ya da miktarı belirlemesinin kendisinden beklenemeyeceği “maddi tazminat”
davasını belirsiz alacak davası olarak açabileceği konusunda öğreti ve yargı
kararlarında fikir birliği bulunmaktadır.
Manevi
tazminata ilişkin olarak, öğretide, tazminat miktarının hâkimin takdiri ile
belirlendiği durumlarda talep sonucunun davacı tarafından belirlenmesinde
hukuki bir imkânsızlık olduğu[23] görüşü ile belirsiz alacak davası
açılabileceği ileri sürülmekte iken, yargı kararları, manevi zararın, zarar gören
tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunması sebebiyle birden fazla
bölümler halinde istenemeyeceği, bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığı olduğu
için, haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşeceği, acı ve elemin
bölünerek bir kısmının açılacak kısmi davada, kalanının açılacak başka bir
davada talep edilmesinin manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırılık
oluşturacağı gerekçesiyle manevi tazminat davasının, "manevi tazminatın
bölünmezliği" kuralına aykırı bir biçimde kısmi veya belirsiz alacak
davası olarak açılmasının mümkün olmadığı yönündedir.[24]
2577
sayılı Kanuna, 6459 sayılı Kanun ile eklenen hüküm ile tam yargı davalarında,
maddi veya manevi tazminat ayrımı yapılmaksızın, dava dilekçesinde belirtilen
miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, 6459 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte
derdest olan davalarda süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin
artırılmasına olanak tanınmıştır. Bu itibarla, söz konusu artırım olanağının
maddi tazminat tutarının yanında manevi tazminat tutarı için de
uygulanabileceği sonucuna varılmaktadır. Bir başka ifade ile davacıların
artırılan miktara isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren mahkemeye
verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde
gösterilen maddi ve manevi tazminat miktarını artırmaları mümkündür.[25]
İdare
hukuku ilkelerine göre maddi zarar; idari işlem veya eylem nedeniyle kişinin
malvarlığında meydana gelen azalma ile elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun
kalma nedeniyle oluşan zararı, kişinin sağlığına kavuşmak için yaptığı tedavi
giderlerini ve çalışma gücünün azalması ya da yok olması nedeniyle elde edeceği
gelirde meydana gelen azalmayı (bedensel zarar) ifade eder.
Manevi
zarar ise, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün
ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve
haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük
yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya
manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin
manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.[26] Zararı
doğuran olaydan duyulan elem ve ıstırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlayan niteliği
ile manevi tazminat, olayın oluş şekli, müterafik kusurun bulunup bulunmadığı,
meydana gelen maddi zarar ve etkilenenler gözetilerek zenginleşmeye yol
açmayacak şekilde ve takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun
ağırlığını ortaya koyacak düzeyde mahkemece takdiren belirlenmektedir.
Bu
durumda, davacının uğradığı maddi zarar yanında, manevi zarar miktarını da tam
ve kesin olarak belirlemesinin imkânsız olduğu ya da miktarı belirlemesinin
objektif olarak kendisinden beklenemeyeceğinin kabulü gerekmektedir.
Böyle
olmakla birlikte, sadece maddi tazminat talebiyle açılan bir davada, talep
edilmeyen manevi tazminatın, ıslah suretiyle dava kapsamına dâhil edilemeyeceği
kanaatindeyiz. Çünkü tam yargı
davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın artırılması davanın kısmen
ıslahı olduğundan, ancak davaya konu edilen zarara ilişkin talep miktarının
artırılması söz konusu olabilir, tam ıslahtaki gibi dava konusunun
değiştirilmesi, baştan talep edilmeyen
manevi tazminatın, ıslah suretiyle dava kapsamına dâhil edilmesi mümkün değildir.
Aksi bir yorum, getirilen yasal düzenlemenin amacına aykırılık oluşturacağı
gibi, hakkın kötüye kullanılmasına da yol açacaktır.
İdari
Yargıda Islah
İYUK’un
31’inci maddesinde, sadece hâkimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi,
ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların
vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif,
delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma
sırasında tarafların mahkemenin sükûnunu ve inzibatını bozacak hareketlerine
karşı yapılacak işlemler ile elektronik işlemlere ilişkin usul konularında
(sayma suretiyle belirtilerek), bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu (Hukuk Muhakemeleri Kanunu) hükümlerinin uygulanacağı
öngörülmüştür.
Uygulamada, Mahkemelerce yukarıda sayılanlar
dışında olup da, İYUK’da hüküm bulunmayan sair usul konularında da Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun hükümlerinin uygulanması gereği ortaya çıkmaktadır. Maddede
açıkça atıf yapılmayan hallerden, davaların birleştirilmesi ya da derdestlik
konularında Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulandığı bilinmektedir
Mahkemelerin
usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek
kadar katı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının
ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınmaları
gerekmektedir.[27]
Danıştay
İçtihatları Birleştirme Kurulu, memur olan davacıların meslekten ihraç,
çekilmiş sayılma, görevden uzaklaştırma, kıdem tenzili, göreve son verme
işlemlerinin iptali ile bu işlemler nedeniyle yoksun kaldıkları aylık ve diğer
özlük haklarının (miktar belirtilmeden) tazmini istemiyle açtıkları davalarda,
tazminat istemlerine ilişkin olarak farklı dairelerce, tam yargı davalarında
uyuşmazlık konusu meblağın dava dilekçesinde gösterilmesinin ve bu meblağ için
gerekli nispi ilam harcı ödenmesinin zorunlu olup olmadığı noktasında verilen
farklı kararlar nedeniyle içtihatları birleştirme yoluna gitmiş ve 29.12.1983
tarih ve E:1983/1, K:1983/10 sayılı
kararı ile “…kamu görevlilerine ilişkin mevzuattan doğan uyuşmazlıklarda, İdari
Yargılama Usulü Kanununun 3/d maddesinde yer alan, tam yargı davalarında
uyuşmazlık konusu miktarın dava dilekçesinde gösterileceği yolundaki hükmün,
zarar miktarının hesaplanabileceği durumlar için uygulama alanının bulunduğu,
kamu görevlilerini ilgilendiren mevzuat dolayısıyla zararın tespit edilememesi
nedeniyle uyuşmazlık konusu miktarın dilekçede gösterilmemiş olmasının iptal ve
tam yargı davalarının birlikte açılmasını engellemeyeceği, dolayısıyla zarar
miktarının tespitinin mümkün olmadığı hallerde dava dilekçesinde uyuşmazlık
konusu miktar gösterilmeden tam yargı davası açılabileceği…” doğrultusunda içtihadın birleştirilmesine
karar verilmiştir.
Bu
karardan sonra da, kamu görevlilerine ilişkin mevzuattan doğanlar dışındaki
uyuşmazlıklarda (tam yargı davalarında) talep edilen tazminat miktarının dava
dilekçesinde gösterilmesi gerektiği kuralı geçerliliğini devam ettirmiş,
uygulama da bu yönde sürmüştür.
Bu
çerçevede, medeni yargılama alanında Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nda yer almayan belirsiz alacak dava türü, içtihatla geliştirilmişse de
(ki sonra yasal temele de kavuşmuştur), idari yargılama alanında tam yargı
davalarında, idari işlem veya eylemden kaynaklı gerçek zararın tazmini ve
böylelikle mahkemeye erişim hakkının etkin bir şekilde kullanılması amacına
yönelik bu tür bir usul geliştirilememiştir. Davacıya, belirleyebildiği asgari
bir zarar miktarının tazmini istemiyle açtığı davada, talep konusu miktarı
artırma imkânı verilmemiştir.
Aynı
doğrultudaki yargı kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AHİM)
Devletimiz aleyhine hak ihlali kararları verilmesine neden olmuş,[28] aynı
şekilde, bireysel başvuru sonucu Anayasa Mahkemesince de hak ihlali kararları
verilmiştir.[29]
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6 ‘ncı
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile
ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir…” ifadesine yer verilmiştir.
Anayasa’nın
“Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36 ’ncı maddesinin 1 ‘inci fıkrasında da,
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir.” kuralına yer verilerek, mahkemeye davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır.
Temel
haklardan olan hak arama özgürlüğü, Anayasa’nın 40 ‘ıncı maddesi uyarınca diğer
temel hak ve özgürlükleri de koruyan etkili bir güvencedir. Kişinin uğradığı
bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı
haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp
kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin etkili yolu, yargı mercileri
önünde dava hakkını kullanabilmesidir.[30]
İlgililerin,
idarenin eylem ve işlemlerinden doğan kişisel zararlarının tazmini talebinin,
Anayasa ve AİHS’de düzenlenen adil yargılanma hakkının korumasında yer aldığı
kuşkusuzdur. Adil yargılanma hakkının önkoşulu olan[31]
mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve
uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına
gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını
anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde
etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.[32]
AİHM
ve Anayasa Mahkemesince, mahkemeye erişim hakkının kısıtlanabileceği kabul edilmekle
birlikte, yapılacak sınırlamanın, hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte,
meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı
olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya
çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor
külfetler yüklememiş olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Bu
bağlamda, AİHM ve Anayasa Mahkemesi, idari yargıda dava süreci içinde davacıya
talep ettiği tazminat miktarını artırma olanağının tanınmamasını, hak arama
özgürlüğünün kullanılmasında, mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren
bir engel olarak değerlendirmiştir.
Anayasa
Mahkemesi, bir bireysel başvuru kararında, kendisine ıslah hakkı tanınmayan
davacının/başvurucunun, bilirkişi tarafından hesaplanan maddi zararının ancak
bir kısmına (talep ettiği az bir kısmına) kavuşabildiği, tazminat alacağının
önemli bir kısmından mahrum kaldığı tespitini yaparak Anayasa’nın 36’ ncı
maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı yönünden, yapılan
müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında ölçülülük değerlendirmesi yapmış,
başvuruya konu külfetin, hedeflenen meşru amaçla orantısız olduğu; dolayısıyla
müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşarak başvurucunun mahkemeye erişim
hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.[33]
Anayasa
Mahkemesi, 07.11.2013 tarih ve 2012/791 Başvuru Numaralı bireysel başvuru
kararında da, tazminat alacağının miktarının, ancak bilirkişi incelemesi ve
benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde
belirlenebilen bir olgu olduğu, tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak
kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya
öngörülmesinin mümkün olmadığı, dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan
bu belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla
aşılması da mümkün olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için,
tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek
bulunmadığı, bilirkişi raporundan sonra fazlaya ilişkin taleplerinden feragat
etmesine rağmen bunun mahkemece kabul edilmeyerek hak kazandığı tazminatın
önemli bir kısmını vekâlet ücreti olarak davalı idareye geri ödemek zorunda
bırakıldığı ve açılan tazminat davasının bu şekilde başvurucu açısından
anlamsız hale geldiği tespitini yapmıştır.
Uygulamada
da, mahkemelerce, dava dilekçesinde talep edilen tazminat miktarı esas alınıp,
daha sonra verilen dilekçelerle dava konusu miktarın değiştirilmesine imkân
tanınmadığı gibi usul yasasında olmayan fazlaya ilişkin hakların saklı
tutulması müessesesi de, AİHM’nin ihlal kararlarına rağmen, içtihatla
getirilememiş, hak ihlallerine neden olunmuştur.
Fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak açılan
tazminat davasında yaptırılan bilirkişi incelemesiyle saptanan zararın dava
dilekçesindeki talebi aşan kısmının tazmini istemiyle açılan yeni davalar
da, idari yargıda, idari eylem veya
işlemlerden doğan zararın tazmininin ancak süresi içinde[34]
açılacak dava yoluyla istenebileceği, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak
süresi geçirildikten sonra yeniden tam yargı davası açılmasına olanak
bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
Ancak,
AHİM’in ülkemiz aleyhine verdiği adil yargılanmanın ihlali kararlarından
hareketle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16’ ncı maddesinin 4
‘üncü fıkrasına, 11.4.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi ile
“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya
diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı
ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın
artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa
tebliğ edilir.” cümlesi eklenerek, tam yargı davalarında, davacıların talep
sonucunu artırmalarına yasal düzenleme ile imkân sağlanmıştır.
2577
sayılı Kanun’a eklenen geçici 7’nci madde ile de, bu hükmün Kanunun yürürlüğe
girdiği 30.4.2013 tarihinden önce açılıp kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük
tarihinde derdest olan davalarda da uygulanması öngörülmüştür.
Tasarıda,
söz konusu hüküm, “AİHM, devletin
sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş
işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı
yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî
yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek
olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen
miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak
kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep
edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır” ifadeleri ile
gerekçelendirilmiştir.
Anılan
yasa hükmünden önce, idari yargıda dava
konusu miktarın artırılmasına imkân veren içtihat eksikliği, davacılara hem
uğranılan zararı gerçek anlamda tazmin imkânı vermeyerek hem de fazladan vekâlet
ücreti ödemek durumunda bırakarak hak ihlalleri oluşmuştur.
Düzenlemeyle
İYUK’un geneline hâkim kurallara istisna olarak, sadece tam yargı davalarında
dava dilekçesinde belirtilen miktarın artırılabilmesi olanağı getirilmiştir.
Buna
göre davacıların, ilk derece mahkemesine açtıkları tam yargı davalarında, idari
işlem veya eylem nedeniyle maruz kaldıkları zarar miktarını, tam ve kesin
olarak belirlemelerinin imkânsız olduğu ya da belirlemelerinin kendilerinden
beklenemeyeceği durumlarda, zarar miktarı mahkemece yapılacak araştırma veya
bilirkişi incelemesi sonucu belirli hale geldiğinde, nihai karar verilinceye
kadar ve harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere
artırılabilecektir.
Bilindiği
üzere, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran usule veya
esasa ilişkin mahkeme kararları nihai kararlardır.
Yasa
koyucu, sadece, yasal düzenlemenin yapıldığı tarih itibariyle nihai karar
aşamasından geçmiş olmakla birlikte kanun yolları aşamasında derdest olan
davalar için de bu hükmün uygulanmasını öngörmüştür. Bu ayrıksı durum dışında, yasanın
lafzında kanun yolları (istinaf, temyiz ve 6545 sayılı yasa ile kaldırılan
karar düzeltme) aşamasında ıslah imkânı tanınmamıştır.
Düzenlemeden,
zararın, dolayısıyla tazminat miktarının başlangıçta belirlenebilir veya belirlenemez
olmasına bakılmaksızın, tam yargı davalarının tamamında, dava dilekçesinde
belirtilen miktarın nihai karar verilinceye kadar geçen yargılama sürecinde bir
defa artırılabilmesine olanak sağlandığı anlaşılmakta ise de, ıslahın anlamı,
amacı ve yargılamadaki işlevi düşünüldüğünde, tazminat miktarının başlangıçta kolayca
belirlenebilir olduğu davalarda, davacıya bu imkânın tanınması usul ekonomisi
ilkesi ile açıklanamayacağı gibi, pratikte de uygulanabilirliği
bulunmamaktadır. Çünkü zaten başlangıçta belirli olan zararın, yargılama
sürecinde yeniden belirlenmesi gereği de olmayacağından, davacı hangi delilleri
esas alarak talep miktarını artıracaktır.
Tam
yargı davalarında, sadece talep miktarının artırılmasına olanak tanıyan bu
usul, yasanın madde gerekçesinde “ıslah” olarak ifade edilmiş, öğretide de bu
şekilde adlandırılmışsa da, gerekçede ıslah ifadesinin, “kısmi ıslah” kastı ile
kullanıldığı ve kısmi ıslah olarak nitelendirilmesinin de olguyu tanımlamaya
daha uygun olacağı kanaatindeyiz.
Çünkü
HMK’da düzenlenen ve talep sonucunun artırılması yanında iddia ve savunmaya
dayanak olan maddi vakıaların değiştirilmesi ve genişletilmesine de imkân veren
ıslahın sadece bir boyutunu idari yargıya getiren bu düzenleme ile tam yargı
davalarında sadece talebin artırılması imkânı sağlanmıştır.
Dava
dilekçesinde yazılı dava konusunun (müddeabihin) ıslah yolu ile artırılması
dava dilekçesinin kısmi ıslahı niteliğindedir.[35] Dava
konusunun artırılması durumunda, davanın temelinde bir değişiklik meydana
gelmemektedir. Bu nedenle, ıslahla dava konusunun artırılmasını kısmi ıslah
olarak kabul etmek gerekir.[36]
Tam
Yargı Davaları
İdari
yargının nevi şahsına münhasır dava türlerinden olan tam yargı davaları, medeni
yargılamadaki eda davalarına (tam eda davası, kısmi dava ve belirsiz alacak
davası) benzerliği nedeniyle, öğretide belirsiz
alacak davası ve kısmi dava ile karşılaştırılmış,[37] tam
yargı davalarının, anılan yasal düzenlemeden sonra, kısmi davayı da içerecek
şekilde belirsiz alacak davası olduğu görüşü[38] ortaya
konulmuştur.
Kanımızca,
idarenin eylem ve işlemlerinden doğan kişisel zararların tazmini talebiyle
açılan tam yargı davalarından, davacının zararının ancak mahkemece yapılacak
araştırma veya bilirkişi incelemesi sonucu belirli hale geldiği tazminat
davalarının, dava dilekçesindeki talep miktarının artırılmasına olanak tanıyan
bu düzenlemeden sonra idari yargılama usulü terminolojisine de uygun şekilde, belirsiz
tazminat davaları olarak nitelendirilmesi ve getirilen yeni düzenlemenin de bu
çerçevede içtihatla geliştirilmesi gerçek zararın tazmin ve telafisi amacına
uygun düşecektir.[39]
Her
ne kadar, yasal düzenlemenin lafzından hareketle, dava sebebi, zarar ve
tazminat türü ayrımı yapılmaksızın, (tüm) tam yargı davalarında dava
dilekçesinde belirtilen miktarın, süre veya diğer usul kuralları
gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir
defaya mahsus olmak üzere artırılabileceği düşünülebilirse de, sadece zarar
miktarının, tam ve kesin olarak belirlenmesinin imkânsızlığı ya da davacının
miktarı belirlemesinin kendisinden beklenmeyeceği (objektif olarak), mahkemece
yapılacak araştırma veya bilirkişi incelemesi sonucu belirli hale geleceği tazminat
davalarında bu usulün işletilmesi, yasal düzenlemenin gerekçesi ve amacına
uygun olacaktır.
Tam
yargı davalarında mahkemeye erişim hakkının sağlanmasında önemli bir aşama
olan, ancak uygulamada konuya ilişkin bütün sorunları çözmeyeceği ilk bakışta
anlaşılan bu eksik düzenleme nedeniyle ortaya çıkan ve çıkacak boşlukların
içtihatlarla doldurulması gerekmektedir.
Uygulamada
Ortaya Çıkan Sorunlar ve Çözüm Önerileri
1)
Adli yargı yerine, meydana gelen zarar miktarının belirlenmesi amacına yönelik
tespit davası açılıp[40]
bilirkişi raporu alındıktan sonra veya bu yola gidilmemekle birlikte doğrudan
görevsiz yargı yerine (asliye hukuk mahkemesi, iş mahkemesi, tüketici mahkemesi
gibi) açılan bazı tam yargı davalarında görevsiz yargı yerince bilirkişi
incelemesi yaptırıldıktan sonra davanın görev yönünden reddi üzerine, bu kez idari
yargı yerine asgari bir tazminat miktarı belirtilerek ve mevcut bilirkişi
raporu dosyaya eklenmekle birlikte yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılması
talebiyle açılan davalarda, idare mahkemesinin usul ekonomisini de gözeterek dosyada
mevcut bilirkişi raporunu hükme esas alınabilecek nitelikte bulduğu ve buna
göre karar verdiği hallerde, kendisine ıslah hakkını kullanıp kullanmayacağı
sorulmayan davacı (ki yasa hükmünde böyle bir usul öngörülmemiştir) yasal ıslah
hakkının kullanamama durumu ile karşı karşıya kalmaktadır.[41]
Yasal
düzenlemede ıslaha ilişkin olarak, mahkemenin, ıslah dilekçesini karşı tarafa
tebliğ etmekten başka bir yükümlülüğü yer almamakla birlikte, yukarıda
belirtilen kurguya benzer durumlarda mahkemelerce, davacılara ıslah yoluna
gidip gitmeyeceklerinin sorulması gerekmektedir. Aksi halde usulde yer alan
ıslah kurumuna rağmen, kişinin mahkemeye başvurmuş olmasını anlamsız hale
getiren sınırlamalardan biri giderilmemiş olacaktır.
Bu
noktada hak kaybının bertaraf edilebilmesi için HMK madde 181 hükmüne[42] benzer
bir düzenlemenin maddeye eklenmesi, böyle bir düzenlemeye kadar da bu hususta
içtihat geliştirilmesi gerekmektedir.
HMK’nın
181 ‘inci maddesinde, kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini
yapması için bir haftalık süre verilmesi öngörülmüştür.
2)
Bazı tam yargı davalarında, idarenin hizmet kusuru bulunmakla birlikte tam
kusurlu olmadığı, davacının veya üçüncü şahsın kusurunun da bulunduğu ve
idarenin kusur oranının mahkemece takdir edileceği olgularda, bilirkişinin, kusur
oranını dikkate almadan ya da farklı kusur oranı üzerinden alternatifli olarak
zarar hesapladığı durumlarda, davacı bir kez sahip olduğu ıslah hakkını hangi
zarar miktarını esas alarak kullanacaktır. Davacı açısından, idarenin kusur
oranının mahkemece takdir edileceği tarihe kadar zarar miktarı belirsizdir ve davacı
mahkeme tarafından hangisinin hükme esas alınacağını bilemediği bilirkişi hesaplarından
birisini seçmek durumundadır.
Davacının
düşük hesap miktarını esas alarak miktar artırımına gittiği durumda, mahkemece yüksek miktarın takdir edilmesi
halinde[43] davacı hakkının
bir kısmına kavuşamayacak; aksine davacı yüksek miktarı esas alarak ıslah
hakkını kullandığında, eğer mahkeme takdirini düşük miktar yönünde belirler ve
bu yönde karar verirse, bu kez davacı fazladan yargılama giderlerine maruz
kalacaktır. Her iki halde de davacı, ıslah kurumunun varlık sebebine uygun
olarak ve etkin bir şekilde ıslah hakkını kullanamamış olacaktır. Bu gibi durumlarda
mahkemenin öncelikle idarenin olaydaki kusur oranını belirlemesi ve bundan
sonra bilirkişi incelemesine gitmesi ya da alternatifli bilirkişi raporu
sonrasında kusur oranını belirleyip davacıya bildirerek ıslah hakkını
kullanması için davacıya bir süre vermesi uygun olacaktır. Yine mevcut düzenlemenin
cevaz vermediği bu usulün yasal temele kavuşturulması ve böyle bir düzenlemeye
kadar da bu hususta içtihat geliştirilmesi uygun olacaktır.[44]
Diğer
bir çözüm önerisi de, zarar miktarının mahkemenin takdiri ile belirlendiği davalarda,
mahkemenin, taleple bağlı olma kuralına tabi olmaksızın tazminat miktarını
belirlemesine imkân sağlayan bir düzenlemenin yapılmasıdır.
3)
Tam yargı davalarında, zarar miktarını tam ve kesin olarak belirleyemeyen ve bu
sebeple dilekçesinde asgari bir miktar yazan davacının, mahkemece yaptırılacak
bilirkişi incelemesi sonucu zarar miktarının belirlenmesini beklediği hallerde,
bilirkişi raporuna taraflardan biri veya her iki tarafça itiraz edilmesi
halinde, mahkemece itirazın haklı ve yerinde görülüp görülmemesi durumuna göre
farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Davacı,
bilirkişi raporuna gerek davacı gerekse davalı itirazının mahkemece haklı
görülmesi halinde alınacak ek bilirkişi raporu veya yeniden yaptırılacak
bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenecek raporun kendisine tebliğinden sonra
ıslah (miktar artırımı) hakkını kullanabilecektir.
İtirazın/ların
mahkemece haklı görülmemesi ve bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek
nitelikte bulunması halinde, mahkemece, mevcut bilirkişi raporunun hükme esas
alınabilecek nitelikte bulunduğu hususunda bir karar alınıp tebliğ edilmese de,[45] itirazın
reddedildiğine dair bir karar alınıp davacıya bildirerek ıslah hakkını
kullanması için davacıya bir hak tanınması (süre de verilebilir) yerinde olacaktır. Yine mevcut düzenlemenin
cevaz vermediği bu usulün yasal temele kavuşturulması ve böyle bir düzenlemeye
kadar da, usulde yer alan ıslah kurumuna rağmen, kişinin mahkemeye başvurmuş
olmasını anlamsız hale getirecek bir durumun ortaya çıkmaması için bu hususta
içtihat geliştirilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
4)
2577 sayılı İYUK’un 13 ‘üncü maddesinde, dava ön şartı olarak idari eylemler
nedeniyle uğranılan zararın tazmini için idareye başvuru (sulh amacına
yönelik) yapılmasının öngörülmesi ve
zararın idare tarafından en erken bu tarihte tazmin edilebilecek olması
nedeniyle yargı yerince hükmedilecek tazminat miktarına, ön karar için idareye
yapılan başvuru tarihi, öncesinde görevsiz adli yargıda dava açılması halinde
adli yargıda dava açıldığı tarih itibariyle yasal faiz uygulanması hususunda
yerleşik yargı kararları bulunmakta ise de, zarar miktarının, mahkemece, re’sen
araştırma ilkesi uyarınca yapılacak araştırma veya yaptırılacak (keşif ve)
bilirkişi incelemesi sonucu belirlenmesinden sonra ıslah suretiyle artırılan
talep miktarına uygulanacak yasal faizin hangi tarihten itibaren hesaplanacağı
noktasında uygulamada farklı kararlar bulunmaktadır.
Danıştay
Onuncu Dairesi,[46]
dava dilekçesinde yazılı tazminat miktarına davalı idareye başvuru tarihinden
itibaren, miktar artırımı dilekçesi ile arttırılan kısma ise miktar artırımı
dilekçesinin davalı idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren yasal faiz
hesaplanarak ödenmesine karar vermekte iken, Danıştay Altıncı Dairesi,[47] kamulaştırmasız
el atma nedeniyle açılan tazminat davalarının, adli yargıdaki fiili el atma
nedeniyle açılan kamulaştırmasız el atma davalarından farklı olarak 3194 sayılı
Kanun kapsamında açılan davalar olduğu gerekçesine yer vererek dava açma tarihi
itibariyle talep edilen miktar için, dava tarihinden geçerli olmak üzere, ıslah
edilen kısım için ıslah tarihi itibariyle faize hükmetmektedir.
Bilindiği
üzere faiz, idarenin tazmin borcu bağlamında; kişilerin, idarenin eylem ve/veya
işlemlerinden dolayı uğradıkları zararların giderilmesi istemiyle
başvurmalarına karşın, idarenin zararı kendiliğinden ödemeyip, yargı kararıyla
tazminata mahkûm edilmesi sonucunda, idarenin temerrüde düştüğü tarihten
tazminatın ödendiği tarihe kadar geçen süre için 3095 sayılı Kanuna göre
hesaplanacak tutarı ifade etmektedir.[48]
Islahla
artırılan miktara yönelik faiz için, Danıştay Onuncu Dairesince miktar artırımı
dilekçesinin davalı idareye tebliğ edildiği tarih, Danıştay Altıncı Dairesince miktar
artırımı dilekçesinin mahkemeye verildiği tarih esas alınmakta ise de, faizin
temerrüde düşmenin karşılığı olduğu düşünüldüğünde, miktar artırımı
dilekçesinin davalıya tebliğ edildiği tarihin faize esas alınması; diğer
yandan, davada ıslahla birlikte dava değerinin, dava ön şartı olarak zararın sulhen
tazmini için idareye yapılan başvuru dilekçesinde yazılmış olan talep miktarı
kapsamında olması halinde ıslah suretiyle artırılan kısma da dava tarihi
itibariyle yasal faiz uygulanması isabetli olacaktır.
5)
Bozmadan sonra ıslah yapılıp yapılamayacağı da uygulamadaki tartışmalı
konulardan olup, yasal düzenlemeye baktığımızda, tam yargı davalarında dava dilekçesinde
belirtilen miktar nihai karar verilinceye kadar harcı ödenmek suretiyle bir
defaya mahsus olmak üzere artırılabilecek, eklenen geçici madde uyarınca bu hüküm,
kanun yolu aşaması dâhil, 30.04.2013 tarihi itibariyle derdest olan davalarda da
uygulanacaktır. Buna göre, esasen ilk derece mahkemesince nihai karar
verilinceye kadar yapılabilecek olan miktar artırımının, sadece yasanın
yürürlüğe girdiği tarih itibariyle henüz kesinleşmemiş olan derdest davalarda
da yapılabilmesi olanağı getirilmiştir.
Anılan
geçici madde kapsamı dışında olan davalarda kanun yolu aşamasında (istinaf,
temyiz) miktar artırımı yapılabilecek midir?
Islah
kurumunun uzun yıllardır uygulanmakta olduğu medeni yargılama alanında, 04.02.1948
tarih ve 10/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile bozma kararı
sonrasında ıslah yapılamayacağına karar verilmiş, 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe
girmesinden sonra söz konusu içtihadı birleştirme kararının geçerliliğini
yitirdiği gerekçesiyle bazı dairelerce bozma kararından sonra ıslahın
yapılabileceği görüşü ortaya atılmış, bu yönde kararlar verilmiş, konuya
ilişkin içtihadın yeniden belirlenmesi talepleri üzerine toplanan Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Genel Kurulu 06.05.2016 tarih ve E:2015/1, K:2016/1 sayılı
kararıyla, 6100 sayılı Kanunun temyiz hükümlerinde hükmün bozulmasından sonra
da ıslahın cari olabileceğine dair açık veya gizli bir hükmün mevcut olmadığı, aksine
tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile
sınırlama getirildiği, diğer yandan bozmadan sonra ıslah yasağının hak ihlali
olmadığına dair Anayasa Mahkemesi kararları[49] ve yasa
koyucunun iradesi dikkate alındığında mevcut kararın değiştirilmesini
gerektirecek bir zorunluluğun bulunmadığı gerekçesiyle mevcut içtihadın
değiştirilmemesine karar verilmiştir.
Islah
konusunda uygulama geçmişi Yargıtay kadar olmayan Danıştayın bu hususta olumlu
olumsuz bir kararına rastlanılmamış olmakla birlikte; ister usule, isterse
esasa ilişkin bozma olsun, mahkemenin uyduğu ve işin esasına girerek zarar ve
ödenecek tazminat miktarının tespitine yönelik inceleme ve (keşif) bilirkişi
incelemesi yaptırdığı durumlarda, bozma sonucu artık ortada nihai bir kararın
varlığından söz edilemeyeceğinden, bozma sonrası yapılan yargılamada da ıslaha imkân
verilmesi mahkemeye erişim hakkı yönünden uygun olacaktır.
[1]
Ancak mahkeme talepten azına karar vermesi mümkündür.
[2] Hukuk
Muhakemeleri Kanunu md.119/1-ğ.
[3] Tam
yargı davaları, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan sorumluluğunu ifade eden
Anayasa’nın 125 ‘inci maddesinde yazılı hükmün işlerliğini sağlayan yargı
yoludur.
[4] İdari
Yargılama Usulü Kanunu md.3/2-d.
[5] Danıştay
İçtihatları Birleştirme Kurulunun 29.12.1983 tarih ve E:1983/1, K:1983/10
sayılı kararı ile kamu görevlilerine ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklarda,
idari işlemin neden olduğu zararın miktar olarak hesaplanmasının mümkün
olmadığı hallerde, dava dilekçesinde uyuşmazlık konusu miktar gösterilmeden tam
yargı davası açılabileceği hükme bağlanmıştır.
[6] İdari
yargıda 60 günlük dava açma ve 30 günlük savunma verme süresi içinde dava
dilekçesi ve savunmaya ek olarak verilecek beyan dilekçelerindeki ilave iddia
ve savunmalar, bu yasağın kapsamında değerlendirilemez.
[7] Anayasa
Mahkemesinin 07.11.2013 tarih ve 2012/791 başvuru numaralı bireysel başvuru
kararı.
[8] Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nda ise 176 ila 182 maddeler arasında.
[9]
04.11.2000 tarih ve 24220 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa
Mahkemesinin 20.07.1999 tarih ve E:1999/1, K:1999/33 sayılı kararı.
[10]
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Islah Konusunda (HMK m.176-182) Getirdiği
Yenilikler, Prof. Dr. Ejder Yılmaz,
Bankacılar Dergisi, Özel
Sayı, 2013, sayfa 73.
[11]
Bu durum Hukuk Muhakemeleri Kanununun 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi
ilkesine de uygundur.
[12]
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.04.2004 tarih ve E:2004/4-200, K:2004/227
sayılı kararı.
[13]
Danıştay On Üçüncü Dairesinin 08.04.2008 tarih ve E:2005/10077, K:2008/3631
sayılı kararı.
[14]Anayasa
Mahkemesi, 23.12.2008 tarih ve 27089 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
kararında, idari yargılamanın
kendiliğinden inceleme özelliğine karşın, hukuk yargılamasındaki tarafların
talebine dayanan inceleme yetkisi bağlamında usule ilişkin taraf işlemlerinin
tamamen veya kısmen düzeltilmesini amaçlayan ıslah kurumuna 2577 sayılı
Kanun’da yer verilmemesi, yasa koyucunun usul yasalarını belirlemedeki takdir
yetkisi içinde kalmaktadır. Gerçekten hukuk yargılamasında bulunmasına karşın
tanık, yemin, hali sabıka irca gibi kurumlara da yer vermeyen idari yargılama
usulünün Anayasa’ya göre yasayla düzenlenen diğer usul yasaları gibi, ilgili
olduğu yargı yerinin özelliği ve gelişen yargılama koşullarına göre belirlenen
bir sistem olduğu gözetildiğinde, her iki yargı sisteminde davacı ve davalı
durumunda olanların aynı durumda bulunmadıkları ve bu nedenle de aynı yasa
kurallarına tabi tutulmalarının gerekmediği gerekçesiyle itiraz konusu kuralın
Anayasa’nın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olmadığına karar vermiştir.
[15]
Yrd. Doç. Dr. Okan GÜNDÜZ, Islahla Dava Değerinin Artırılması Sonucu Ortaya
Çıkan Bazı Hukuki Meseleler, Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, Sayı 2017/3, Sayfa
195.
[16]
Tasarıda madde gerekçesi bu şekilde açıklanmıştır.
[17]
Yargıtay Yirmi ikinci Hukuk Dairesinin 11.02.2014 tarih ve E:2014/442, K:2014/2051
sayılı kararı.
[18]
Yargıtay Yirmi ikinci Hukuk Dairesinin 11.02.2014 tarih ve E:2014/442,
K:2014/2051 sayılı kararı.
[19]
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2016 tarih ve E:2015/22-1078, K:2016/1010
sayılı kararı.
[20]
Davacı, açtığı kısmi davada talep dışı bıraktığı alacağı için daha sonra yeni
bir dava açabileceği gibi (zamanaşımı itirazını da dikkate alarak), ilk davada
ıslah suretiyle talep sonucunu artırabilir ya da bu kısım alacağından feragat
edebilir.
[21]
Hukuk Muhakemeleri Kanunun madde 107/2.
[22]
İdari Yargılama Usulü Kanunun madde 2/1-b.
[23]
Pekcanıtez Hakan, Belirsiz Alacak Davası, Yetkin Yayınları, Ankara 2011, s.44.
[24]
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 01.03.2006 tarih ve E: 2006/2-14,K: 2006/26
sayılı; Yargıtay On yedinci Hukuk
Dairesinin 21.6.2016 tarih ve E: 2014/7143, K: 2016/7567 sayılı kararı.
[25]
Danıştay Onuncu Dairesinin 25.2.2014 tarih ve E: 2009/9938, K:2014/1117 sayılı
kararı.
[26]
Danıştay Onuncu Dairesinin 27.06.2018 tarih ve E: 2018/911, K:2018/2285 sayılı
kararı.
[27]
Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Walchli / Fransa, B. No. 35787/03, § 29.
[28]
39515/03 başvuru numaralı Okçu-Türkiye davasında, medeni hukukun aksine Türk idari hukukunun,
başvurana dava devam ederken ilk başta talep ettiği rakamın yeniden
değerlendirilmesini isteme imkânı tanımadığı, usule ilişkin bu engelin
özellikle Anayasa Mahkemesi'ne göre, idari makamın adli takibat tehdidi altında
kalmasını önlemek, ihtilafları en kısa zamanda çözüme kavuşturmak, idari
makamın faaliyetlerini yerine getirirken etkinliği ve istikrarı korumak,
yargılama usulünün gerektirdiği gibi idari makamın savunmasını hazırlamak ve
gerekli idari önlemleri almak gibi olgu ve gerekçeler üzerine dayandığı
tespitini yapan AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 13 ‘üncü maddesinin ihlâl
edildiğine karar vermiştir.
[29]
Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarih ve 2012/791 başvuru numaralı; 23.07.2014
tarih ve 2012/1052 başvuru numaralı; 2013/1943 başvuru numaralı; 2013/3711
başvuru numaralı; 2013/8045 başvuru numaralı bireysel başvuru kararları.
[30]
Anayasa Mahkemesinin 18.06.2013 tarih ve E:2013/71, K:2013/77 sayılı kararı.
[31]
Anayasa Mahkemesinin 09.02.2012 tarih ve E:2010/41, K:2012/19 sayılı kararı.
[32]
Anayasa Mahkemesinin 07.11.2013 tarih ve 2012/791 başvuru numaralı kararı.
[33]
Anayasa Mahkemesinin 23.07.2014 tarih ve 2017/1052 başvuru numaralı bireysel
başvuru kararı.
[34]
İdari Yargılama Usulü Kanununun 13 ‘üncü maddesinde, “ 1. İdari eylemlerden
hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı
bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve
her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak
haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen
veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden
itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu
sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir. 2. Görevli olmayan adli (…)(1) yargı
mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan
idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye
başvurma şartı aranmaz.” hükmüne yer verilmiş, idari eylemlerden kaynaklı tam
yargı davalarının açılmasında bir ve beş yıllık süreler öngörülmüştür.
[35]
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 20.12.2011 tarih ve E:2010/11974,
K:2011/13758 sayılı kararı.
[36]
Yrd. Doç. Dr. Okan GÜNDÜZ Islahla Dava Değerinin Artırılması Sonucu Ortaya
Çıkan Bazı Hukuki Meseleler. Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi Sayı 2017/3, Sayfa 207.
[37]
Yasin SEZER / Uğur BULUT TBB Dergisi 2016 (116) s.214-245
[38]
Yrd. Doç. Dr. Okan GÜNDÜZ Islahla Dava Değerinin Artırılması Sonucu Ortaya
Çıkan Bazı Hukuki Meseleler. Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi Sayı 2017/3, Sayfa
201.
[39]
Yasin SEZER ve Uğur BULUT, İdarî Yargıda Belirsiz Tam Yargı Davası İhtimâli, TBB
Dergisi 2016 (116) s.214-245.
[40]
Bazı olgularda, örneğin aşırı yağışlarda baraj kapağının açılması nedeniyle
ekili dikili alanlarda meydana gelen zararın tespitinin, aradan uzun bir zaman
geçmesi halinde imkânsızlaşması nedeniyle kısa bir süre içinde yapılması
gereklidir.
[41]
Bu durum, vekil ile takip edilen davalarda, avukatın da hukuki sorumluluğunu
doğurmaktadır.
[42]
Kısmen ıslah Madde 181- (1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul
işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen
işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.
[43]
Bu halde de taleple bağlılık ilkesi uyarınca mahkeme talepten fazlasına hükmedemeyecektir.
[44]
Yapılacak düzenlemede, belirtilen şekilde bir bildirimin ihsası rey olmayacağı
da belirtilmelidir.
[45]
Ki, böyle bir kararın ihsası rey olabileceği tartışmalıdır.
[46]
Danıştay Onuncu Dairesinin 13.02.2018 tarih ve E:2015/4191, K:2018/1812 sayılı
kararı.
[47]
Danıştay Altıncı Dairesinin 16.02.2016 tarih ve E: 2015/9052, K: 2016/632
sayılı kararı.
[48]
Danıştay On Beşinci Dairesinin 26.06.2018 tarih ve E:2015/2457, K:2018/6107
sayılı kararı.
[49]
Anayasa Mahkemesinin 17.07.2014 tarih ve 2013/1932 başvuru numaralı; 26.2.2015 tarih
ve 2013/5934 başvuru numaralı bireysel başvuru kararları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder