Hukukumuzda eşya
müsaderesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Güvenlik Tedbirleri"
başlıklı İkinci Bölümünün 54. maddesinde hüküm altına alınmıştır, düzenlemeye göre.
müsadere kararı verilebilmesi için eşyanın iyi niyetli üçüncü kişilere ait
olmaması gerekir. Yerleşik Yargıtay içtihatları da bu yöndedir.
Maddenin gerekçesinde, müsaderenin
bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesini amaçladığı ve bir yaptırım olan
müsadereye hükmedilebilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte
bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesinin gerekmediği
belirtilmiştir.
Hukuki niteliği güvenlik
tedbiri olan müsaderenin, suçla mücadele çerçevesinde önemli ve gerekli bir
araç olduğu kuşkusuzdur. Bu bağlamda suçta kullanılan eşyanın müsaderesiyle
suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması ve yeni suçların işlenmesinin önüne
geçilmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla müsaderenin, kamu yararına dayalı meşru
bir amacının olduğu açıktır.
Ancak, müsaderenin nihayetinde
bir mülkiyet hakkı sınırlaması olduğu kuşkusuzdur. Mülkiyet hakkına müdahaleye
yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması
gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması
mümkün olamaz.
El koyma veya müsadere
gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin
menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması
için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali
arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını
geri kazanabilme olanağının tanınması ve iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan
zararının tazmin edilmesi gerekmektedir.
Mülkiyet hakkı, sınırsız
bir hak olmayıp, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel
ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması
suretiyle sınırlandırılması mümkündür.
Her şeyden önce, mülkiyet
hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna
dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca
ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.
Kanuna dayanmayan sınırlandırma,
kamu yararı amacı taşısa ve ölçülü olsa da mülkiyet hakkı ihlal edilmiş kabul
edilir. Burada, sınırlandırmanın dayanağı kanunun da yeterince ulaşılabilir,
belirli ve öngörülebilir olması gerektirmektedir.
Bir temel hak ve hürriyet
ihlal edildiğinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz
edilebilmesi için, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki
duruma dönülmesinin sağlanması yanında, öncelikle devam eden ihlalin
durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı
sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi
zararların giderilmesi gerekmektedir.
Suçta kullanılan araçlara
el koyma ve sonrasında müsadere kararlarında, kanuni dayanağın bulunmadığının
sonradan anlaşıldığı hallerde, aracın malikine iadesi malikin mağduriyetini
kısmi olarak gidermekle beraber, kamu yararı ile ilgilinin mülkiyet hakkı
arasında bozulan adil dengenin sağlanabilmesi, dolayısıyla müdahalenin ölçülü
olduğundan söz edilebilmesi için, el koyma ve müsadere nedeniyle ilgilinin
oluşan maddi ve manevi zararına karşılık uygun bir tazminat verilmesi suretiyle
zararlarının da karşılanması gerekmektedir. (AİHM Ciantar ve Maxkim Ltd/Malta kararı)
El koyma ve müsadere
dolayısıyla oluşan maddi zarar ise, el koyma sürecinde aracın bakımının
yapılmaması nedeniyle yıpranmasından kaynaklı değer kaybı ve diğer yandan, bu
süreçte ilgilinin aracını kullanamamasından kaynaklı gelir kaybıdır. Bu tür
zararların kamu tarafından karşılanması hak ihlallerinin önlenmesi açısından gereklidir.
Emsal Yargıtay 12. Ceza
Dairesinin 19/11/2018 tarihli ve E.2018/4959, K.2018/10881 sayılı kararı, "...
Somut olayda, 5607 sayılı Kanuna aykırılık suçu kapsamında el konulan kamyon
iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki davacı şirkete ait olduğu anlaşıldıktan
sonra da el koyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmiştir. El
konulan aracın fiilen alıkonulması yerine trafik siciline şerh konulmasının
niçin yetersiz kaldığı, 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrası
uyarınca kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen el koyma
kararlarının sicile şerh verilmek suretiyle icra olunacağı düzenlendiği halde,
hangi gerekçe ile araca fiilen el konulduğu, mahkeme kararından
anlaşılamamaktadır. Mahkeme davacı şirketi somut olay bakımından iyi niyetli
üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul ederek aracın kendisine iadesine karar
vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 20/9/2017 tarih ve 2014/14195 başvuru numaralı
kararında da belirtiği üzere suçta kullanılan veya suça konu eşyalara el
konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne geçilmesi,
caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmasını
önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının söz
konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da
gözetmeleri gerekmektedir. Fiilen el koyma tedbirinin uygulanması, kişilerin
geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol
açmaktadır. El konulan aracın müsadere edilemeyeceğinin anlaşılmasına ve davacı
şirketin aracının sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol
açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar kamyona fiilen
el konulması şeklindeki müdahalenin 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin
dördüncü fıkrasına aykırı olduğu gibi ölçülülük ilkesi ile de bağdaşmadığı
anlaşılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında, davacının tazminat talebi
doğrultusunda zararını karşılayacak uygun bir maddi tazminata karar verilmesi
gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi [kanuna
aykırıdır.]..."