4 Ağustos 2020 Salı

SUÇTA KULLANILAN ARAÇLARIN EL KOYMA VE MÜSADERESİNDE İYİ NİYETLİ ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN MÜLKİYET HAKKI İHLALİ


Hukukumuzda eşya müsaderesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Güvenlik Tedbirleri" başlıklı İkinci Bölümünün 54. maddesinde hüküm altına alınmıştır, düzenlemeye göre. müsadere kararı verilebilmesi için eşyanın iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmaması gerekir. Yerleşik Yargıtay içtihatları da bu yöndedir.

Maddenin gerekçesinde, müsaderenin bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesini amaçladığı ve bir yaptırım olan müsadereye hükmedilebilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesinin gerekmediği belirtilmiştir.

Hukuki niteliği güvenlik tedbiri olan müsaderenin, suçla mücadele çerçevesinde önemli ve gerekli bir araç olduğu kuşkusuzdur. Bu bağlamda suçta kullanılan eşyanın müsaderesiyle suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması ve yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla müsaderenin, kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğu açıktır.

Ancak, müsaderenin nihayetinde bir mülkiyet hakkı sınırlaması olduğu kuşkusuzdur. Mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olamaz.

El koyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını geri kazanabilme olanağının tanınması ve iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir.

Mülkiyet hakkı, sınırsız bir hak olmayıp, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması suretiyle sınırlandırılması mümkündür.

Her şeyden önce, mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir.

Kanuna dayanmayan sınırlandırma, kamu yararı amacı taşısa ve ölçülü olsa da mülkiyet hakkı ihlal edilmiş kabul edilir. Burada, sınırlandırmanın dayanağı kanunun da yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir olması gerektirmektedir.

Bir temel hak ve hürriyet ihlal edildiğinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması yanında, öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi gerekmektedir.

Suçta kullanılan araçlara el koyma ve sonrasında müsadere kararlarında, kanuni dayanağın bulunmadığının sonradan anlaşıldığı hallerde, aracın malikine iadesi malikin mağduriyetini kısmi olarak gidermekle beraber, kamu yararı ile ilgilinin mülkiyet hakkı arasında bozulan adil dengenin sağlanabilmesi, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olduğundan söz edilebilmesi için, el koyma ve müsadere nedeniyle ilgilinin oluşan maddi ve manevi zararına karşılık uygun bir tazminat verilmesi suretiyle zararlarının da karşılanması gerekmektedir. (AİHM Ciantar ve Maxkim Ltd/Malta kararı)

El koyma ve müsadere dolayısıyla oluşan maddi zarar ise, el koyma sürecinde aracın bakımının yapılmaması nedeniyle yıpranmasından kaynaklı değer kaybı ve diğer yandan, bu süreçte ilgilinin aracını kullanamamasından kaynaklı gelir kaybıdır. Bu tür zararların kamu tarafından karşılanması hak ihlallerinin önlenmesi açısından gereklidir.

Emsal Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19/11/2018 tarihli ve E.2018/4959, K.2018/10881 sayılı kararı, "... Somut olayda, 5607 sayılı Kanuna aykırılık suçu kapsamında el konulan kamyon iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki davacı şirkete ait olduğu anlaşıldıktan sonra da el koyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmiştir. El konulan aracın fiilen alıkonulması yerine trafik siciline şerh konulmasının niçin yetersiz kaldığı, 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen el koyma kararlarının sicile şerh verilmek suretiyle icra olunacağı düzenlendiği halde, hangi gerekçe ile araca fiilen el konulduğu, mahkeme kararından anlaşılamamaktadır. Mahkeme davacı şirketi somut olay bakımından iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul ederek aracın kendisine iadesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin 20/9/2017 tarih ve 2014/14195 başvuru numaralı kararında da belirtiği üzere suçta kullanılan veya suça konu eşyalara el konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne geçilmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmasını önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. Fiilen el koyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. El konulan aracın müsadere edilemeyeceğinin anlaşılmasına ve davacı şirketin aracının sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar kamyona fiilen el konulması şeklindeki müdahalenin 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğu gibi ölçülülük ilkesi ile de bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında, davacının tazminat talebi doğrultusunda zararını karşılayacak uygun bir maddi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi [kanuna aykırıdır.]..."

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder