6 Kasım 2020 Cuma

KIYILARDA KALAN TAŞINMAZLAR VE MÜLKİYET HAKKI

 

Ülkemizde deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerini düzenleyen yasal mevzuat 3621 sayılı Kıyı Kanunudur.

Kıyı Kanununda;

Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı,

Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alan,

Sahil şeridi: Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 100 metre genişliğindeki alan şeklinde tanımlanmıştır.

Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.

Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Kıyılardaki ruhsatsız yapılar ile ruhsat ve eklerine aykırı yapılar hakkında 3l94 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanır.

Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.

Kıyı kenar çizgisi tespit edilmeden kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılamaz.

Sahil şeridine 11 Temmuz 1992 tarihinden önce yürürlükteki plan ve/veya mevzuatta uygun olarak yapılmış veya inşaat ruhsatı alınarak en az su basman seviyesine kadar inşaatı tamamlanmış yapılardaki müktesep haklar saklıdır. Üzerine birden fazla yapı yapılmak üzere ruhsat alınmış parsellerdeki en az su basman seviyesindeki yapılar içinde bu durum geçerlidir.

Mülkiyet hukuku yönünden kıyılar Anayasa’nın 43. maddesinde ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 715. maddesinde ifadesini bulan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Bu alanların özel mülkiyete konu olmaları mümkün değildir. Bu nedenle kıyı kenar çizgisi tespit edildikten sonra kıyıda kalan taşınmazlar için defterdarlıklar ve mal müdürlükleri tarafından herhangi bir bedel ya da tazminat ödenmeksizin tapu iptali davası açılmaktadır.

Bu durum ve imar planları ile getirilen kısıtlamalar kıyı kenar çizgisinin yanlış belirlendiği iddiası ile idari yargıda davaların açılmasına sebep olmaktadır.

Taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğine kuşku yoktur. Adli yargı mahkemelerince kıyıda kalan taşınmazların tapu iptalleri ile ilgili davalar karara bağlanmadan önce mevcut onaylı kıyı kenar çizgisine göre değil, görevlendirilen bilirkişinin kanaatine göre karar karar verilmekte olması, Valiliklerce belirlenip Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca onaylanan ve imar uygulamaları bakımından geçerli olan kıyı kenar çizgisi tespitlerini tartışmalı hale getirmektedir.

28.11.1997 tarih ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine” işaret edilmişse de, ilk derece mahkemelerince, kıyıda kalan taşınmazların tapu iptalleri ile ilgili davalarda  mevcut onaylı kıyı kenar çizgisi esas alınmayıp, bilirkişi incelemesi ile taşınmazın kıyı mevzuatına göre konumu belirlenip karar verilmeye devam edilmektedir.

Bu nedenle, 3621 sayılı Kanununa kıyıda kalan özel mülkiyete ilişkin adli yargıda açılmış davalarda idarece belirlenerek kesinleşmiş kıyı kenar çizgisinin esas alınması hükmü getirilerek, yargılamadaki aykırılık giderilebilir.

Kıyıda kalan taşınmazlar için defterdarlıklar ve mal müdürlükleri tarafından tapu iptali davası açılması uygulamasının yasal bir dayanağı bulunmamakla birlikte, nayasanın 43. maddesine ve gerekse 3621 sayılı Kıyı Kanunu’na göre, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan kıyılarda bulunan özel mülkiyete konu taşınmazlar için tapu iptali davası açılabilirse de, ortada hukuki açıdan geçerli bir mülkiyetin bulunduğu da bir gerçektir.

Kıyıda kalması nedeni ile tapusu iptal edilen taşınmaz sahipleri, iç hukuktan sonuç alamamaları nedeniyle AİHM’de Türkiye aleyhine tazminat davası açmaktadırlar.

AİHM kıyıda kalan taşınmazların tapusunun iptal edilmesini mülkiyet hakkına müdahale olarak görmekte kıyıdaki taşınmazların tapularının iptal edilmesinin Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi kapsamında mal ve mülkten yoksun bırakma niteliğinde olduğunu vurgulamakta ve tapusu iptal edilen kişiye taşınmazın değeriyle orantılı uygun bir tazminat ödenmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Yargıtay tarafından daha önceden verilen kararlarda kıyıda oluşan tapulara hukuki değer verilemeyeceği belirtilmekte iken AİHM’in tazminat kararlarından sonra görüş değiştirerek kıyılarda oluşmuş tapuların kıyının kamu malı niteliğini değiştirmeyeceği, ancak Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verilmesi, böyle bir yer kıyı kapsamında kalmakla, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının korunması gerektiğine karar vermektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder