22 Ocak 2021 Cuma

KIYI PLANLAMASI VE YAPILAŞMASINDA KAZANILMIŞ HAKLAR

 

Anayasada kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilmiş, sahil şeritlerinden yararlanmada kamu yararına öncelik verilmiştir.

Anayasanın kıyıya ilişkin kuralları ve Anayasa Mahkemesinin, 3086 sayılı Kıyı Kanununun tüm hükümlerini iptal ettiği 25.02.1986 günlü, 1985/1, K:1986/4 sayılı kararının gerekçeleri dikkate alınarak hazırlanan 3621 sayılı Kıyı Kanunu 17.04.1990 tarihinde, bu Kanunun Uygulanmasına Dair Yönetmelik ise 03.08.1990 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

3621 sayılı Yasanın 4. maddesinde, sahil şeridi: Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 100 metre genişliğindeki alan olarak tanımlanmış, Kanunun Geçici Maddesinde de, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce mevzuat hükümlerine uygun olarak onanmış ve kısmen veya tamamen yapılaşmış 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının sahil şeritleri ile ilgili hükümleri geçerlidir…” hükmüne yer verilmiştir.

Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik hükümleri uyarınca, kısmi yapılaşma değerlendirmesi mevzi imar planlarında imar adası bazında, uygulama imar planlarında ise sahil şeridinde kalan imar adalarının bütünü bazında yapılmaktadır.

Mevzi imar planlarının olduğu yerlerde yapıların bulunduğu parsellerin sayısının veya kullanılan toplam taban alanının imar adasındaki toplam parsel sayısının veya toplam alanın yüzde ellisinden fazla olması durumu; uygulama imar planlarının olduğu yerde de plan kapsamındaki imar adalarının sayısının yüzde ellisinden fazlasında anılan koşulların bulunması kişilere korunacak haklar sağlayan ölçüt olarak alınmıştır.

Anayasaya göre, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan ve yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği belirtilen kıyılar üzerinde "kazanılmış hak" kavramının ne derece geçerli olduğu konusu, Kıyı Kanunu ve bu Kanunun uygulanması yönünden büyük önem taşımaktadır.

Kıyı Kanunundan önce oluşmuş hakların nasıl ve hangi ölçüler içinde korunabileceğini belirlemek için Kanuna geçici madde eklenmiş ve buna uygun olarak Yönetmelikle kısmi yapılaşma tanımlanmış ve mevcut hakların sınırları belirlenmiştir.

Sahil şeritlerinde kazanılmış hakların korunmasına yönelik olarak düzenleme getiren 3830 sayılı Yasanın Geçici Maddesinde; kısmen veya tamamen yapılaşmamış alanlarla ilgili imar planı revizyonlarının 11.07.1992 tarihinden itibaren bir yıl içinde tamamlanması zorunluluğu getirilmiş, kazanılmış haklara ilişkin düzenleme getirilmemiş, 3621 sayılı Yasaya göre sahil şeritlerinde kazanılmış hakkın doğmadığı alanlarda imar planı revizyonuna gidilmesini öngörülmüş bulunmaktadır.

 Bu duruma göre, sahil şeritlerinde 17.04.1990 tarihinden önce geçerli olan uygulama imar planları; kısmen veya tamamen yapılaşmış alanlara yönelik planlardır.

Kanunlara getirilen ve kanunların geçiş hükümlerini düzenleyen Geçici maddeler ile yeni düzenleme yürürlüğe girinceye kadar geçecek süre içinde yapılacak işlem ve düzenlemeler, uyulacak ilke ve kurallar ile daha önceki düzenlemelerden doğan hakların korunmasına ilişkin hususlar ve benzeri geçiş hükümleri düzenlenir.

Kıyı kanununa eklenen geçici madde de, yukarıda düzenleme amacı belirtilen, daha önce kanunla belirlenmiş hakların korunması ve kişilerin mağdur edilmemesinin amaçlandığı bir geçici maddedir. Ancak, bu madde ile önceden var olan hakların sınırsız olarak korunması söz konusu değildir.

İmar hukukunda, kazanılmış hak kavramı ile ilgili olarak belli bir ölçütün, Kıyı Kanununun amacına uygun olarak belirlenmesi zorunludur. Bir kez yasanın bir kuralına aykırı biçimde edinilen hakka, daha üstün bir hak bulunmasına karşın, sonsuza değin geçerlilik tanınması, kazanılmış hak durumunu genişletir. Diğer yandan, Anayasa'nın kıyılara ilişkin yukarıda belirtilen hükmüne aykırı olarak kıyıların daraltılması sonucunu doğurur ve kıyılardan yararlanmada önceliği kamuya veren Anayasa ile bağdaşmaz.

Kanun ve Yönetmelik hükmüne göre kısmi yapılaşma olması durumunda kazanılmış hak; anılan yapıların mevcut haliyle korunmasına ilişkin olup, geçici maddede belirtildiği gibi kısmen veya tamamen yapılaşmamış alanlarla ilgili imar planı revizyonlarının kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde tamamlanarak, kısmi yapılaşma durumunun tespit edilmesi gerekmektedir.

11 Temmuz 1992 öncesi yapılan veya yapılmaya başlanan yapılar hakkında ise kazanılmış hak oluşmakta, ancak daha sonra yapılacak imar planlarında 100 metrelik sahil şeridinin Kıyı Kanununa uygun olarak planlanması ve yeni yapılanmaların Kıyı Kanununa uygun olması gerekmektedir.

Bu kapsamda kısmi yapılama gereği kazanılmış hakkı bulunan sahil şeridindeki yapı sahiplerinin yapıları ekonomik varlığını sürdürene kadar korunmakla beraber kanun ve yönetmelik hükmü gereği kazanılmış hakkı bulunan parsellerin ve kısmi yapılaşmadan yararlanan yapılaşmamış taşınmazların devamlı olarak bu haktan yararlanması ve sürekli yapılaşma hakkı tanınması ve sonraki tarihli planlarda kullanım kararlarının değiştirilmemesi Anayasa ve Kıyı Kanunu hükümlerine, planlama esas ve tekniklerine uygun olmaz. Bu yapıların bulunduğu taşınmazların da yeni yapılacak imar planında kullanım durumları değiştirilebilir.

Bu doğrultuda, Kıyı kanununda belirlenen kısmi yapılama hakkından yararlanarak tamamlanmış binalar, imar planlarındaki yeni fonksiyonları yaşama geçirilme sürecine değin ekonomik ömürlerini sürdürene kadar varlıklarını sürdürecekler, ekonomik ömürlerinin sonunda yeni plan hükümlerine tabi olacaklardır.

 

17 Ocak 2021 Pazar

31.12.2017 Tarihi İtibariyle İnşa Halinde Olan Yapılar İmar Barışından Yararlanabilir mi?

 

İmar barışı düzenlemesi yürürlüğe girdiğinde, imar mevzuatına aykırı olup, 31.12.2017 tarihi itibariyle bitmiş yapılar olabileceği gibi inşaatı devam eden yapıların da bulunabileceği bir gerçektir.

Bu anlamda, örneğin 31.12.2017 tarihi itibariyle 4. kat seviyesinde olan bir inşaatın, Kanunun yürürlüğe girdiği 18.05.2018 tarihinde 5. kat, yapı kayıt belgesinin alındığı tarihte de 7. kat seviyesinde olduğu düşünülecek olursa, bu yapının imar barışından yararlanması mümkün olmayacak mıdır? Ya da hangi halde bu yapı imar barışından yararlanıp kullanım hakkı elde edilecektir.

Verilen bu örnekteki gibi bir yapının 31.12.2017 tarihi itibariyle 4. kat seviyesindeki haliyle imar barışından yararlandırılmaması Yasa koyucunun, “Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması” amacına aykırılık oluşturur.

Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar’ın 6. maddesinde, “İnşaat halindeki yapılarda 31/12/2017 tarihi itibari ile bitmiş olan kısımlar için ilave inşaat alanı ihdas etmemek şartı ile Yapı Kayıt Belgesi verilir ve Yapı Kayıt Belgesi verilen kısımların eksik inşaat işleri tamamlanabilir”. hükmüne yer verilerek inşaat halindeki yapıların da imar barışından yararlandırılması öngörülmüştür.

Ancak Yasa’da esas alınan tarih 31.12.2017 tarihi olduğuna göre, söz konusu yapının bu tarihten sonraki (ruhsata tabi iken ruhsatsız olarak yapılmış olan) kısımlarının Yasa hükümlerinden yararlandırılması mümkün değildir.

Bu sebeple, 31.12.2017 tarihinde inşaat halinde bulunan bir yapının, bu tarihten sonra tamamlanarak, tamamlanmış haliyle yapı kayıt belgesine konu edilmesi durumunda imar barışından yararlandırılması mümkün olmamakla birlikte; yapı kayıt belgesinin, yapının 31.12.2017 tarihindeki durumuna göre düzenlenmiş olması halinde, yapının bu tarihteki kısımlarının imar barışından yararlandırılmaması, Yasa’nın amacına aykırı olarak, yorum yoluyla kapsamının daraltılması sonucunu doğuracaktır.

31.12.2017 tarihinde inşaat halinde bulunan bir yapının inşaatına 31.12.2017 tarihinden sonra devam edilmiş olmakla birlikte 31.12.2017 tarihindeki durumu için yapı kayıt belgesi başvurusunda bulunmuşsa, salt 31.12.2017 tarihinden sonra inşaata devam edilmiş olması sebebiyle inşaatın 31.12.2017 tarihindeki durumu için de imar barışından yararlanılamayacağı düşünülemez. Böyle bir durumda ortada hukuka uygun şekilde alınmış bir yapı kayıt belgesi bulunmaktadır. Belgenin alınmasında Yasa’da ve Esaslar’da aranan şartlarda herhangi bir eksiklik ya da yanlışlık yoktur. Yapı Kayıt Belgesi yapının belgede gösterildiği şekliyle kullanım amacına yönelik olduğundan, yapı belgede yer aldığı şekliyle kullanım hakkı elde etmiştir.

Burada hukuka aykırılık taşıyan şey yapı kayıt belgesi değil, 31.12.2017 tarihinden sonra yapılan imalatlardır. Bu imalatların da, Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar’ın 6/7’inci maddesinde yer alan “Yapı Kayıt Belgesi verilen yapılarda ruhsat alınmaksızın yapılabilecek basit onarım ve tadilatlar yapılabilir”. hükmünü aşan nitelikte ruhsata tabi imalatlar olması halinde, yapı kayıt belgesinin iptali değil 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32 ve 42. maddeleri uyarınca işlem tesis edilmesi gerekmektedir.

İmar barışı düzenlemesi bir bütün olarak gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde, imara aykırı yapılar için bu belgenin verilmesiyle, mülkiyet hakkının kişiye sağladığı haklardan kullanma hakkına ilişkin olarak, maliklerine yapıyı kullanma yetkisi verdiği, yapının kullanımı ve zilyetliği hususunda idari bir statü sağladığı görülmektedir.

Yapı kayıt belgesi verilmekle sağlanan bu statü, imar mevzuatına aykırı olması nedeniyle korunmayan ve aslında yıkılması gereken bir yapının kullanılması konusunda, yapı malikine idare tarafından bir koruma sağlanmaktadır. Belge, imara aykırı bir yapıyı imara uygun yasal bir statüye getirmemekle birlikte, yapı sahibine binanın kullanımı konusunda olanak sağlamaktadır.

Bu hususlar dikkate alındığında, düzenlemenin, mülkiyet hakkı ile ilişkili olduğu, düzenleme ile imara aykırı olup yıkılması gereken yapıların kullanılmasına müsaade edilerek mülkiyet hakkını genişlettiği görülecektir. Bu kapsamda idare, imara aykırı yapının kayıt altına alınması şartıyla, mer'i mevzuata göre para cezası verilmesi, yıkılması ve yapının kullanımını sağlayan aboneliklerin tesisi hususlarında kendisini sınırlamakta ve yapı malikine mevcut kurallara uyulmaksızın yapının kullanılmasına olanak sağlamaktadır.

16 Ocak 2021 Cumartesi

İDARİ YARGIDA DAVA AÇMA SÜRESİ YÖNÜNDEN İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNUNUN 10. VE 11. MADDELERİNİN FARKI

 

Dava süresi, kamu düzeninden olup, hak düşürücü nitelik taşır.

İdari Yargılama Usulü Kanununda da, davanın süresinde açılıp açılmadığı hususu ilk inceleme konuları arasında sayılmış, davanın süresinde açılmadığının tespiti halinde esasa girilmeden süre aşımı yönünden davanın reddine karar verileceği öngörülmüş (m.14/3-e; m.15/1-b), davanın süresinde açılıp açılmadığı hususunun yargılamanın her aşamasında dikkate alınması gerektiği de vurgulanmıştır (m.14/6).

İdari Yargılama Usulü Kanununda dava açma süreleri belirlenmiş, sürelere ilişkin genel esaslar yanında; ayrıca dava açma süresinin duracağı, kesileceği veya uzayacağı haller de aynı şekilde kanunla düzenlenmiştir. Bu bakımdan, dava sürelerinin taraflarca, sözleşme ile yahut tek taraflı olarak veya mahkeme kararı ile tespit ya da yorum yoluyla değiştirilmesi mümkün değildir. Nitekim Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun 08.12.1944 tarih ve E:1941/1, K:1944/138 sayılı içtihadın birleştirilmesi kararında, hâkimin içtihatları ile kanun'un tayin ettiği süreleri kıyas ve istidlâl yolu ile tezyit (artırma) ve tenkise (azaltma) yetkisinin olmadığı belirtilmiştir.

Bu bağlamda, bakılan davanın süresinde açılıp açılmadığının değerlendirilmesinde öncelikle 2577 sayılı Yasanın hangi maddesinin uygulanacağının belirlenmesi gerekmektedir:

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde, Danıştayda ve idare mahkemelerinde idari dava açma süresinin, kural olarak yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren altmış gün olduğuna işaret edilmiş; 11. maddesinde, ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurmanın, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvurma tarihine kadar geçmiş sürenin de hesaba katılacağı hükmüne yer verilmiş; aynı Yasanın 10. maddesinde ise, ilgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilecekleri kuralı getirilmiştir.

Görüldüğü üzere, 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesinde, haklarında idari bir işlem tesis edilen ilgililerin idari dava açmadan önce işlemin "kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması" talebiyle yapabilecekleri başvuruların süresine ve başvuru halinde dava açma süresinin nasıl hesaplanacağına yönelik kurallar yer almakta; 10. maddesinde ise, önceden idari bir işlemin tesis edilmemiş olduğu durumlarda, idari bir işlem tesisi istemiyle idareye yapılan başvurular üzerine açılacak davalarda süre yönünden uygulanması gereken kurallara yer verilmektedir.

Dava açma süresinin, önceden idari bir işlemim tesis edilmemiş olduğu durumlarda idari bir işlemin tesisi istemiyle idareye yapılan başvurular üzerine açılacak davalarda süre yönünden uygulanması gereken 10. madde yerine, haklarında idari bir işlem tesis edilen ilgililerin idari dava açmadan önce işlemin "kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması" talebiyle başvuru yapılması durumunda dava açma süresinin nasıl hesaplanacağına yönelik kurallar içeren 11. madde hükümlerinin uygulanarak belirlenmesi gerektiği açıktır.

Yasanın 11. maddesi kapsamında, idari dava açmadan önce işlemin "kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması" talebiyle yapılan başvuruya altmış gün içinde bir cevap verilmemiş ise, itirazın zımnen reddedilmiş sayılması ve izleyen ikinci altmış gün içinde davanın açılması gerekmektedir. Bu süre geçtikten sonra cevap verilmesi halinde dava açma süresinin yeniden başladığından söz edilemez. Zira İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 10. maddesinin ikinci fıkrasında, yetkili idari makamlarca dava açma süresi geçtikten sonra verilen cevap üzerine tebliğ tarihini izleyen günden itibaren altmış gün içinde dava açılabileceği belirtildiği halde 11. maddesinde, davanın açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, sonradan yetkili makamlarca cevap verilmesi durumunda, işlemin tebliğinden itibaren altmış gün içinde davanın açılabileceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla yetkili makamlarca ne zaman cevap verileceği belli olmayan bir durumda, dava süresinin yorum yoluyla süresi belirsiz bir zamana kadar uzatılması mümkün değildir.

10 Ocak 2021 Pazar

HAZİNE TAŞINMAZLARININ İMAR BARIŞINDAN HAK SAHİBİ OLANLARA SATIŞI

 

7143 sayılı Kanunla 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen Geçici 16. maddeyle getirilen düzenlemenin adı imar barışı olmakla birlikte, esasen bu düzenlemeyle getirilen bir imar affıdır.

Bu imar affının en önemli argümanı ise “Yapı Kayıt Belgesi” dir.

Düzenlemeye göre, yapı kayıt belgesi 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için kişinin beyanına göre verilecektir.

Yapı kayıt belgesine bağlanan yapılara, su, elektrik ve doğalgaz bağlanacak, İmar Kanunu uyarınca daha önce verilmiş olan yıkım kararları iptal edilecek verilmiş olan para cezaları tahsil edilemeyecektir.

 Ayrıca, yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, yapı kayıt belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilecektir.

Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların, Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlar öncelikle Bakanlığa tahsis edilecek ve Bakanlıkça yapı kayıt belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine rayiç bedel üzerinden satılacaktır.

Yasal düzenlemede dikkat çeken husus, Hazine taşınmazları üzerindeki yapılar için Yapı Kayıt Belgesi alınması halinde taşınmazın satılması konusunda Bakanlığın bağlı yetki içinde olduğudur. Diğer bir deyişle hazine mülkiyetinde olan yapılar, imar barışı düzenlemesi vesilesiyle özel mülkiyete açılmak zorundadır.

Bu konuda İstanbul 5. İdare Mahkemesi 27.12.2019 tarih ve E:2019/943, K:2019/2577 sayılı kararında;

“7143 sayılı Yasa ile 3194 sayılı İmar Kanununa ilave edilen geçici 16. maddesinde, yapı kayıt belgesine konu yapının ve arsasının alanın bedelinin ödenmesi ve 31/12/2019 tarihine kadar başvurulması koşullarının gerçekleşmesi halinde Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilen yapıların tahsis yapılacak olan Bakanlık tarafından, belediyelere ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş yapılar da ise, ilgili belediyelerce yapının bulunduğu alanın ifrazı yapılarak, ifrazın mümkün olmaması durumunda hisseli olarak yapı kayıt belgesi alınan yapıların sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerine doğrudan satışının yapılması öngörülmüştür.

Bu bağlamda, taşınmaz maliki idarenin, 3194 sayılı Kanunun geçici 16.maddesinde yer alan yukarıda belirtilen koşulların sağlanması halinde, yapı kayıt belgesi düzenlenemeyecek yapılar ayrıksı tutulmak kaydıyla, yapı kayıt belgesine konu edilen yapı ve arsasını kullanımında bulunduran kişilere doğrudan satma konusunda bağlı yetkisi bulunmaktadır.” yönünde karar vermiştir.

Konuya ilişkin olarak alt düzenleme yapılmış ve 26.12.2019 tarih ve 30990 sayılı Resmî Gazetede Yayımlanarak yürürlüğe giren 396 sayılı Milli Emlak Genel Tebliği ile Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların bulunduğu Hazineye ait taşınmazların, Yapı Kayıt Belgesi sahiplerine satışına ilişkin usul ve esasları belirlenmiştir.

Anılan Genel Tebliğ’de, Yapı Kayıt Belgesine bağlansa da, ilgilisine satılamayacak taşınmazlar belirlenmiş ve sırasıyla;

a) 31/12/2017 tarihinden sonra üzerine yapı yapılan taşınmazlar,

 

b) 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamında kalan taşınmazlar,

 

c) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamında kalan taşınmazlar,

 

ç) 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre kıyıda kalan yerler,

 

d) 9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu uyarınca milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanları içinde kalan taşınmazlar,

 

e) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında satışı mümkün olmayan taşınmazlar ve ilgili idare tarafından satılması uygun görülmeyen taşınmazlar,

 

f) 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde 3194 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi uyarınca adı geçen Kanuna eklenmiş olan kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanda bulunan taşınmazlar,

 

g) İstanbul tarihi yarımada içinde 3194 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi uyarınca adı geçen Kanuna eklenmiş olan kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda bulunan taşınmazlar,

 

ğ) 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanı Hakkında Bazı Düzenlemeler Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda bulunan taşınmazlar,

 

h) Özel kanunlar kapsamında kalan ve ilgili idare tarafından satışı uygun görülmeyen taşınmazlar,

 

ı) Sosyal donatı için tahsisli alanlarda kalan taşınmazlar,

 

i) İmar planlarında kamu hizmeti için ayrılmış taşınmazlar (ilgili idare tarafından bu hizmette kullanılmayacağı belirtilenler, fiili veya hukuki durumu itibarıyla kamu hizmetlerinde kullanılması mümkün bulunmayanlar veya ilgili milli emlak idaresince fiilen kamu hizmetinde kullanılmadığı tespit edilenler hariç) veya fiilen kamu hizmetlerinde kullanılan taşınmazlar,

 

j) Teferruğ yoluyla edinilen ve edinme tarihinden itibaren bir yıl geçmemiş taşınmazlar,

 

k) Kamulaştırma yoluyla edinilip 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 23 üncü maddesinde yazılı süresi dolmamış taşınmazlar,

 

l) Taşkın yapı durumunda olanlar hariç; üzerinde havuz, spor sahası, konteyner ve benzeri bina niteliğinde olmayan yapı bulunan taşınmazlar,

 

m) Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup tescili mümkün olmayan taşınmazlar,

 

n) Özel kanun hükümleri gereği kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisi, devri, terki ve kullanım hakkı verilmesi gereken taşınmazlar,

 

o) Hatay ili sınırları içerisinde bulunanlar ile Çanakkale ilinin Bozcaada ve Gökçeada ilçeleri sınırları içerisinde bulunan taşınmazlar,

 

ö) Yapı Kayıt Belgesi iptal edilen taşınmazlar,

 

p) Bakanlıkça satışı uygun görülmeyen taşınmazlar satılamaz.

 

düzenlemesi yapılmıştır ki, ç,h,j,k,ı,n,o,p bentlerinde yazılı taşınmazlar yönünden düzenleme 3194 sayılı İmar Kanunun geçici 16. maddesi hükümlerinde getirilen hakları daraltmakla hukuka aykırıdır.

3194 sayılı İmar Kanunun geçici 16. maddesi hükmüne bakıldığında,

4342 sayılı Mera Kanunu

6831 sayılı Orman Kanunu

3621 sayılı Kıyı Kanunu

2873 sayılı Milli Parklar Kanunu

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında olan taşınmazlarla,

18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda kalan taşınmazların,

ayrıca üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlar ile Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli taşınmazların imar barışı kapsamına alınmadığını görmekteyiz.

Normlar hiyerarşisi kuralı uyarınca alt hukuk normları dayanakları olan üst hukuk normlarının kapsamını daraltıcı ya da genişletici düzenlemeler içeremez. Anılan Tebliğ ile Hazine taşınmazlarının ilgililerine satışı konusunda Bakanlığa sınırları belli olmayan geniş bir takdir yetkisi tanındığı görülmekte olup, bu durumun, keyfi yorum ve uygulamalara yol açabilecektir.

Bakanlığa, Kanun ve Esaslara aykırı olarak keyfiliğe varan takdir yetkisi tanıyan bu hüküm açıkça hukuka aykırıdır.