TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ
BÖLÜM
KARAR
SÜLEYMAN
OKTAY URAS VE SEVTAP URAS BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2014/11994)
Karar Tarihi: 9/3/2017
R.G. Tarih ve Sayı: 28/3/2017-30021
BİRİNCİ
BÖLÜM
KARAR
Başkan : Burhan ÜSTÜN
Üyeler : Serruh KALELİ
Hicabi
DURSUN
Hasan
Tahsin GÖKCAN
Yusuf
Şevki HAKYEMEZ
Raportör : Ayhan KILIÇ
Başvurucular : 1. Süleyman Oktay URAS
2.
Sevtap URAS
I.
BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, yol şartıyla
belediyeye terk edildikten sonra imar planında değişiklik yapılarak konut
alanına dönüştürülen ve başka bir parsel ile birleştirilen taşınmazın önceki
maliklerine iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği
iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 15/7/2014
tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul
edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için
Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
6. Başvuru formu ve eklerinde
ifade edildiği şekliyle ve Beşiktaş Belediye Başkanlığınca (Belediye)
gönderilen belgeler ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarına
göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucular Süleyman Oktay
Uras ve Sevtap Uras 1954 doğumlu olup İstanbul ili Beşiktaş ilçesinde ikamet
etmektedirler.
A. Uyuşmazlığın Arka Planı
8. Başvurucuların iddiasına
göre 1990 yılında satın almak suretiyle mülk edindikleri ve 26/10/1955
tarihinde imar parseli vasfı kazanmış olan İstanbul ili Beşiktaş ilçesi
Dikilitaş Mahallesi'nde kâin 56 pafta 25 ada ve 37 parsel numaralı taşınmazın
üzerinde bulunan üç katlı yapının yenilenmesi amacıyla Belediyeye başvurmaları
üzerine Belediye tarafından taşınmazın toplam 154.54 m²sinin yol yapılmak üzere
bedelsiz olarak Belediyeye terk edilmesi şart koşulmuştur. Beşiktaş Belediyesi
İmar Planlama Müdürlüğünce düzenlenen 7/3/1991 onay tarihli "İmar
Durumu" belgesinde "(A) işaretli kısım yola terk edilmedikçe
uygulama yapılamaz." notu yer almaktadır. Yine aynı Müdürlük
tarafından düzenlenen 1/7/1992 tarihli inşaat istikamet rölevesine de "(A)
işaretli alan yola terkedilecektir." notu düşülmüştür.
9. Taşınmazın imar istikameti
önünde kalan 154.54 m²lik kısmının 18/8/1992 tarihinde Beşiktaş 8. Noterliğince
düzenlenen taahhütnameyle yol olarak bedelsiz bir şekilde Belediyeye terk
edilmesi başvurucular tarafından taahhüt edilmiştir. Taşınmazın terki taahhüt
edilen kısmının 74,50 m²si doğu cephesinde, 80 m²si güney cephesinde
konumlanmaktadır.
10. Beşiktaş Belediye Encümeninin
27/8/1992 tarihli kararıyla anılan taahhütnameye istinaden taşınmazın imar
istikameti önünde kalan 154.54 m²lik kısmının yol olarak terk edilmesi
kararlaştırılmıştır.
11. Beşiktaş 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünce 16/9/1992 tarihinde
taşınmazın 154.54 m²lik kısmı yol olarak sicilden terkin edilmiştir.
12. Başvurucular taşınmazın geri kalan bölümü için 7/10/1992 onay
tarihli inşaat ruhsatı almış ve bu bölümün üzerinde beş katlı bina inşa
etmişlerdir.
13. Hisar Veraset ve Harçlar Vergi
Dairesi Müdürlüğünce, taşınmazın devri işlemlerindeki usulsüzlükler nedeniyle
başvurucular adına cezalı tapu tahsis harcı tarh ettirilmiş ve başvurucular
tarafından anılan vergi, zam ve cezalarıyla birlikte toplam 565.960.000 TL
olarak 2/11/2002 tarihinde ödenmiştir.
14. Beşiktaş Belediyesince 16/7/2005 tarihinde 1/5000 ölçekli nazım
imar planında, 9/8/2007 tarihinde ise 1/1000 ölçekli uygulama imar planında
değişiklik yapılarak başvurucuların taşınmazının önünde (güney cephesinde)
"sokak" olarak ayrılan 80 m²lik bölüm "konut alanı"na
dönüştürülmüştür. Belediye tarafından bu 80 m²lik kısım komşu 36 numaralı
parselle birleştirilmiştir.
B. Birleştirme İşlemine Karşı
Açılan İptal Davasına İlişkin Yargısal Süreç
15. Başvurucular tarafından
17/12/2009 tarihinde Belediyeye başvuruda bulunularak taşınmazın kendilerine
iadesi ve kendi parseli olan 37 numaralı parselle birleştirilmesi talep
edilmiştir. Belediye tarafından anılan talep 7/1/2010 tarihli yazıyla
reddedilmiştir.
16. Başvurucular, söz konusu 80 m²lik kısma ilişkin plan değişikliğinin
ve bu kısmın komşu 36 numaralı parselle birleştirilmesine dair işlemin iptali
ile taşınmazın kendilerine iadesi istemiyle 26/2/2010 tarihinde İstanbul 6.
İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmışlardır. İdare Mahkemesi
23/9/2011 tarihli kararla anılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar
vermiştir. Bahsi geçen karar Danıştay 6. Dairesinin 21/2/2013 tarihli kararıyla
bozulmuştur.
17. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesince işin esasına geçilerek keşif
ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi Heyeti tarafından İdare
Mahkemesine sunulan 5/3/2015 tarihli raporda, yol şartıyla bedelsiz olarak
Belediyeye terk edilen taşınmazın imar planlarıyla kamu kullanımından çıkarılması
durumunda iadesinin gündeme gelebileceği belirtilmiş ancak iadenin bedelsiz
olmasını öngören hiçbir mevzuat hükmünün bulunmadığı ve dolayısıyla tevhit
işleminin mevzuata aykırı olmadığı ifade edilmiştir. Bununla birlikte konut
alanına dönüştürülen taşınmazın 36 numaralı parsel yerine 37 numaralı parselle
birleştirilerek eski malike satılması usulünün benimsenmesinin hakkaniyete ve
adalete daha uygun düşeceği görüşü açıklanmıştır.
18. Bireysel başvurunun
yapıldığı tarihten sonra İdare Mahkemesince 29/1/2016 tarihinde verilen kararla
bilirkişi raporu doğrultusunda taşınmazın 36 numaralı parselle
birleştirilmesine ilişkin işlem iptal edilmiştir. İdare Mahkemesi, taşınmazın
iadesine karar verilmesinin idari yargı yetkisinin dışında kaldığı gerekçesiyle
bu istemin reddine karar vermiştir.
19. Anılan karar Belediye tarafından 8/4/2016 tarihinde, başvurucular
tarafından ise 13/4/2016 tarihinde temyiz edilmiş olup tarafların temyiz
talepleri henüz karara bağlanmamıştır.
C. Tapu İptali ve Tescil Davasına İlişkin Yargısal Süreç
20. Başvurucular 3/9/2010
tarihinde İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme), taşınmazın konut
alanına dönüştürülerek 36 numaralı parselle birleştirilen 80 m²lik bölümünün
belediye adına olan tapu kaydının iptali ile 1/2 hisseleri oranında adlarına
tesciline ve ayrıca müdahalenin menine karar verilmesi istemiyle dava
açmışlardır.
21. Mahkeme 5/4/2012 tarihinde
olay yerinde bilirkişilerle birlikte keşif yapmıştır. Bilirkişiler tarafından
düzenlenen raporda, rıza gösterilerek Belediyeye terk edilen taşınmazın yol
fonksiyonunun değişmesinin iadesini gerektirmediği belirtilmiş ancak ihtilaf
konusu80 m²lik bölümün 36 numaralı komşu parselle birleştirilmesinin,
başvuruculara ait taşınmazın bu yola çıkışının ve bu yönde pencerelerinin bulunması
nedeniyle başvurucuları zarara uğratacağı görüşü açıklanmıştır.
22. Mahkemece 24/1/2013
tarihinde verilen kararla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde yerleşik
yargı içtihatlarına atıfta bulunularak 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'nun 35. maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı olarak bir
defaya mahsus alınan yol, yeşil alan, benzeri kamu hizmet ve tesisleri için
ayrılan yerler ile özel parselasyon sonucu malikinin muvafakatıyla kamu hizmet
ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından
mülkiyet iddiasında bulunulamayacağı ifade edilmiş ve bu nedenle taşınmazın
bedelsiz olarak başvurucular adına tescilinin mümkün olmadığı belirtilmiştir.
Kararda ayrıca, Belediye tarafından konan tevhit şartının ise tamamen idari
işlem niteliğinde olduğu hatırlatılmıştır.
23. Anılan karara karşı yapılan temyiz istemi Yargıtay 5. Hukuk
Dairesince (Daire) 12/11/2013 tarihli kararla reddedilerek Mahkeme kararı
onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/5/2014 tarihli kararıyla
reddedilmiştir.
24. Kararın düzeltilmesi
isteminin reddine ilişkin karar 9/7/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ
edilmiştir.
25. Başvurucular 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat Hükümleri
26. 2942 sayılı Kanun'un "İmar mevzuatı uygulanan veya özel
parselasyon yapılan yerler" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“İmar
mevzuatı gereğince düzenlemeye tabi tutulan parsellerden düzenleme ortaklık
payı karşılığı olarak bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve bunun gibi
kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerlerle, özel parselasyon sonunda malikinin
muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski
malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez.”
27. 3/5/1985 tarihli 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "Arazi ve arsa
düzenlemesi" kenar başlıklı 18. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“İmar
hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya
diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları
ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye,
bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil,
hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re'sen
tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler
belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe
kullanılır.
Belediyeler veya
valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında
bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana
gelen değer artışları karşılığında "düzenleme ortaklık payı" olarak
düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları,
düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin
yüzde kırkını [olay tarihinde "yüzde otuzbeşini"] geçemez.
...
Bu fıkra hükümlerine göre,
herhangi bir parselden bir defadan fazla düzenleme ortaklık payı alınmaz. ...
.…”
28. 22/4/1926 tarihli ve 818
sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 244. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Vahip,
aşağıdaki hallerden biri vukuunda elden yaptığı hibeden veya tenfiz ettiği
taahhüdünden rücu ve mevhubunlehin elinde halen ne kalmış ise onun iadesini
dava edebilir.
...
3 – Mevhubunleh, hibeyi
takyit eden mükellefiyeti haklı bir sebep olmaksızın icra etmezse.”
2. Anayasa Mahkemesi Kararı
29. Anayasa Mahkemesinin
22/12/1934 tarihli ve 2644 sayılı Tapu Kanunu'nun, köy ve belediye sınırları
içinde kapanmış yollarla yol fazlalarının köy veya belediye namına tescil
olunmasını öngören 21. maddesine ilişkin olarak verilen 12/1/2012 tarihli ve
E.2011/23, K.2012/3 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:
“...2644 sayılı Tapu
Kanunu'nun 21. maddesi köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol
fazlalarının köy veya belediye namına tescil olunmasını öngörmektedir. Bu hüküm
gereğince plan değişikliği ya da benzeri nedenlerle bir yolun kapanması ya da
bazı bölümlerinin yol olmaktan çıkarılması durumunda bu şekilde açığa çıkan
taşınmazların belediye ya da köy sınırları içinde bulunması halinde bu
tüzelkişilikler adına tescil edilmesi gerekmektedir.
...
Yollar zaman içinde gelişen
ihtiyaçlara bağlı olarak imar planlarında değişiklik yapılması suretiyle
kapatılabileceği gibi bazı yol parçalarının açığa çıkması da ihtimal
dâhilindedir. Kapanan ya da açığa çıkan yol veya yol parçaları kamu malı
niteliğini kaybederek idarenin özel malı haline geleceğinden kamu mallarına
ilişkin koruma ortadan kalkar. Bu nedenle itiraz konusu kural böylece açığa
çıkan taşınmazların tapu sicilinin sağladığı güvenceden yararlanabilmesi için
tapu siciline tescilini öngörmektedir. İdare yeni bir kararla bu taşınmazları
kamu yararına tahsis ederek kamu malına da dönüştürebilir. Aynı şekilde İmar
Kanunu'nun 18. maddesi gereği parsellerin yeniden düzenlenmesinde eski yol
parçalarını özel kişilerin arsaları ile birleştirebilir. Eğer yeniden kamu
yararına tahsis edilmezse, idare özel hukuk rejimi çerçevesinde bu mallara
tasarruf eder, gerekirse satabilir.
...
Diğer taraftan kamu malları
devletin mülkiyeti altındadır. İtiraz yoluna başvuran mahkeme her ne kadar
yolların kaynağı itibariyle özel mülkiyet konusu taşınmaz olma ihtimalini dikkate
alarak malik tarafından rızaen yola terk edilen alanların idarenin bir kararı
ile yol olmaktan çıkarılarak idarenin özel malı haline getirilmesinin
Anayasanın 35. maddesine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşse de, yollar
kaynağı itibariyle özel mülkiyetteki taşınmazlara dayansa bile bunlar çeşitli
usullerle kamu malı haline getirilmiş olabilirler. Kamulaştırma, düzenleme
ortaklık payı ayrılması gibi usuller özel mülkiyetteki taşınmazların yol
yapılmasında başvurulacak temel usullerdir. Bu hallerde malik taşınmazın
karşılığını ya kamulaştırma bedeli, tazminat ya da geri kalan taşınmazlarının
değer artışı yoluyla elde etmiş ve taşınmazın mülkiyeti kamuya geçmiştir.
Malikin rızasıyla yola terk etmesi de kaynaklardan birisi olmakla birlikte bu
durumda bir bağışlama söz konusu olup hukukumuzda bağışlamanın şarta bağlı
olarak yapılması mümkündür. Eğer malik bağışladığı taşınmazın yol dışında başka
bir amaç için kullanılmasını istemiyorsa şarta bağlı bağışlama yapma imkânına
sahiptir. Bu yönüyle itiraz konusu kuralın mülkiyet hakkına müdahale teşkil
ettiği söylenemez.”
3. Yargıtay 5. Hukuk Dairesi
Kararları
30. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin
26/10/2011 tarihli ve E.2011/9797, K.2012/17339 sayılı kararının ilgili bölümü
şöyledir:
“Dava,
imar izni almak için belediyeye müracaat edildiğinde, belediye hizmet alanı
yapılmak üzere şartsız ve bedelsiz devredilen taşınmazın bilahare üçüncü
kişilere kiralanması nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine
karar verilmiş, hüküm davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Diğer parsellerde imar izni
almak için, dava konusu taşınmazbelediye hizmet alanı yapılmak üzere şartsız ve
bedelsiz olarak hibe edilmiştir. Kamulaştırma Kanununun 35. maddesi "İmar
mevzuatı gereğince düzenlenmeye tabi tutulan taşınmazlardan düzenleme ortaklık
payı karşılığı olarak bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve bunun gibi
kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerlerle, özel parselasyon sonunda malikin
muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski
maliki tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez"
hükmü uyarınca, kamuya terk edilen yerlere ilişkin mülkiyet iddasında
bulunulamayacağı gibi, belediyenin kendisine hibe edilmek suretiyle terkin
edilen bu yeri bir başka şahsa kiraya vermiş olması da sonucu etkileyici bir
tasarruf olmadığından, davanın bu gerekçelerle reddedilmesi gerekirken, yazılı
gerekçelerle reddine karar verilmesi bozma nedeni yapılmamıştır.”
31. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin
14/2/2012 tarihli ve E.2011/15258, K.2012/2057 sayılı kararının ilgili bölümü
şöyledir:
“Mahkemece
davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz
edilmiştir.
Dosyada bulunan kanıt ve
belgelerden; davacı şirketin kurucu ortaklarından O. A. ve A. D.'nun murisleri
ilk tapu maliklerinden Süleyman Aliç'in taşınmazdaki payını küçük küçük
hisseler halinde üçüncü şahıslara sattığı ve bu sırada yollarınkamuya terk
edildiği, o tarihten bu yana da oluşan yolların aynı şekilde kullanılmaya devam
edildiği anlaşılmıştır.
Kamulaştırma Kanununun 35.
maddesi uyarınca, özel parselasyon sonunda malikin muvafakatiyle kamu hizmet ve
tesislerine ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından mülkiyet
iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez.”
32. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin
18/6/2012 tarihli ve E.2012/7091, K.2012/13152 sayılı kararının ilgili bölümü
şöyledir:
“Dava,
imar ruhsatı almak için rızası ile kamuya terk ettiği yerin bilahare konut
alanı olarak düzenlenmesi nedeniyle tapu iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne
karar verilmiş; hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.
Kamulaştırma Kanununun 35.
maddesi uyarınca 'İmar mevzuatı gereğince düzenlemeye tabi tutulan parsellerden
Düzenleme Ortaklık Payı olarak bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve
bunun gibi kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerlerle özel parselasyon sonunda
malikin muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler
için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı
istenemez.'
Dosyadaki bilgi ve belgelere
göre, davacıimar ruhsatı almak için bu yeri kendi rızası ile bedelsiz terk
ettiğinden, bu kısım daha sonra idare tarafından başka amaçlara tahsis edilse
ve imar niteliği değişse bile eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında
bulunamayacağı gibi karşılığı da istenemez.”
B. Uluslararası Hukuk
33. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) Karaman/Türkiye (B. No: 6489/03, 15/1/2008) kararında, sağlık
merkezi yapılması şartıyla belediyeye bağışlanan taşınmazın bir kısmının şarta
aykırı olarak kamu hizmetine tahsis edilmeyerek üçüncü kişilere satılmasını
mülkiyet hakkı yönünden değerlendirmiş ve bu husustaki ilkeleri ortaya
koymuştur. Anılan karara konu olayda, başvurucular sağlık tesisi yapılması
amacıyla taşınmazlarını belediyeye terk etmiş ancak belediye tarafından daha
sonra bu taşınmaz üç parsele bölünerek parsellerden biri satılmıştır.
Başvurucular tarafından açılan davada Asliye Hukuk Mahkemesi 818 sayılı
Kanun'un 244. maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendine dayanarak
şarta aykırı olarak yapılan satışın geçersiz olduğuna hükmetmiştir. Ancak
kararı temyizen inceleyen Yargıtay tarafından 2942 sayılı Kanun'un, imar
mevzuatı gereğince düzenlemeye tabi tutulan parsellerden malikinin muvafakatı
ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri
tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamayacağı yolundaki 35. maddesi hükmü
gerekçe gösterilerek ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur (Karaman/Türkiye,
§§ 5-13).
34. AİHM, idareye devir anında ortaya konulan şarta aykırı bir şekilde
kullanılan taşınmaza ilişkin olarak malikin geri alım hakkının bulunmadığını
saptayan Yargıtay kararının, taşınmazın kısmen de olsa kamu hizmetine tahsis
edilmiş olduğu düşüncesiyle haklılaştırılamayacağını belirtmiştir (Karaman/Türkiye,
§ 32). AİHM, Yargıtayın kamu hizmetine tahsis edilmemiş olsalar bile
mülkiyetin el değiştirmiş olması nedeniyle önceki malikin mülkiyet veya
tazminat iddiasında bulunamaması sonucunu doğuran 2942 sayılı Kanun'un 35.
maddesine ilişkin yorumunun kamu yararının gerekleri ile bireysel hakların
korunmasının gereklilikleri arasındaki dengeyi bozduğu kanaatine varmıştır (Karaman/Türkiye,
§ 33). AİHM, sonuç olarak 2942 sayılı Kanun'un 35. maddesine ilişkin
uygulamanın (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesiyle uyumlu olmadığı sonucuna
ulaşmıştır (Karaman/Türkiye, § 34).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
35. Mahkemenin 9/3/2017 tarihinde
yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mülkiyet Hakkının İhlal
Edildiği İddiası Yönünden
1. Başvurucuların İddiaları
36. Başvurucular, yol şartıyla
Belediyeye terk edildikten sonra imar planında değişiklik yapılarak konut
alanına dönüştürülen ve başka bir parsel ile birleştirilen taşınmazın önceki
maliklerine iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini
ileri sürmüşlerdir.
37. Başvurucular, 1990 yılında satın almak suretiyle mülk edindikleri taşınmazın
üzerinde bulunan üç katlı yapının yenilenmesi amacıyla Belediyeye başvurmaları
üzerine Belediye tarafından şart koşulması nedeniyle taşınmazın toplam 154.54
m²sinin yol yapılmak üzere bedelsiz olarak Belediyeye terk edildiğini
belirtmişlerdir.
38. Başvurucular, yol yapılmak
koşuluyla ve baskı sonucu Belediyeye terk edilen taşınmazın 2007 yılında
yapılan imar planı değişikliğiyle yol vasfı ortadan kaldırılarak konut alanına
dönüştürülen güney cephesindeki 80 m²lik bölümünün kendilerine iade edilmemesinin
mülkiyet hakkının gaspı anlamına geldiğini ifade etmişlerdir. Taşınmazın
26/10/1955 tarihinde yapılan parselasyon sırasında imar parseli vasfını
kazandığını belirten başvurucular, Mahkemenin 2942 sayılı Kanun'un 35.
maddesine dayanarak davayı reddetmiş olmasını anlamakta güçlük çektiklerini
belirtmişlerdir. Başvuruculara göre zora dayalı olarak yapılan Belediyeye terk
işleminin düzenleme ortaklık payı olarak yorumlanması mümkün değildir. İlgili
mevzuata göre belli bir usul ve amaçla yapılması gereken düzenleme ortaklık
payı uygulamasının sadece bir parselde tatbik edilmesi olanaksızdır.
39. Başvurucular ayrıca, iadesi gereken 80 m²lik bölümün komşu 36
numaralı parselle birleştirilmesi nedeniyle kendi taşınmazları zarar göreceği
gibi, 36 numaralı parsel malikinin de haksız yere zenginleşeceğinden şikâyet
etmişlerdir.
2. Değerlendirme
40. Anayasa'nın "Mülkiyet
hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar,
ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
a. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
i. Birleştirme İşlemine İlişkin Şikâyet
Yönünden
41. Anayasa'nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan olağan idari ve yargısal
başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel
hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması,
kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep
Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri,
B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
42. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil
nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme
kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin
bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram
Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
43. Somut olayda, başvurucular tarafından 17/12/2009 tarihinde
Belediyeye başvuruda bulunularak taşınmazın kendilerine iadesi ve kendi parseli
olan 37 numaralı parselle birleştirilmesi talep edilmiştir. Belediye tarafından
anılan talep 7/1/2010 tarihli yazıyla reddedilmiştir. Başvurucular, söz konusu
80 m²lik kısma ilişkin plan değişikliğinin ve bu kısmın komşu 36 numaralı
parselle birleştirilmesine dair işlemin iptali ile taşınmazın kendilerine
iadesi istemiyle 26/2/2010 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. İdare
Mahkemesi 23/9/2011 tarihli kararla anılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine
karar vermiştir. Bu karar Danıştay 6. Dairesinin 21/2/2013 tarihli kararıyla
bozulmuştur. Bozma kararına uyan İdare Mahkemesince 29/1/2016 tarihinde verilen
kararla, taşınmazın 36 numaralı parselle birleştirilmesine ilişkin işlem iptal
edilmiştir. Söz konusu karar Belediye tarafından 8/4/2016 tarihinde,
başvurucular tarafından ise 13/4/2016 tarihinde temyiz edilmiş olup tarafların
temyiz talepleri henüz karara bağlanmamıştır.
44. Başvurucular tarafından ihtilaf konusu taşınmazın 36 numaralı
parselle birleştirilmesi işlemine karşı İdare Mahkemesinde açılan davada
verilen karar taraflarca temyiz edilmiş olup temyiz başvurusu henüz karara
bağlanmadığından birleştirme işlemine ilişkin şikâyet yönünden başvuru
yollarının tüketildiğinden söz edilemez.
45. Açıklanan nedenlerle birleştirme nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiği iddiasının yetkili Derece Mahkemeleri önünde tanınan başvuru yolları
tüketilmeden bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Taşınmazın İade Edilmemesi
Yönünden
46 Açıkça dayanaktan yoksun
olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden
de bulunmadığı anlaşılan, taşınmazın iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet
hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Mülkün Varlığı
47. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet
hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her
türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, §
20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan
menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni
haklar ve fikri hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü hak ve alacaklar
da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B.
No: 2014/11441, 1/2/2006, § 60).
48. Anayasa'nın 35. maddesinde
düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir
güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini
kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun
Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası
olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir
"alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti"
Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru
beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın
doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma
ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan,
yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma
beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın
varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali
Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).
49. Olayda taşınmazın ihtilaf konusu 80 m²lik kısmı başvurucular
tarafından 18/8/1992 tarihinde Beşiktaş 8. Noterliğince düzenlenen
taahhütnameyle yol olarak bedelsiz bir şekilde Belediyeye terk edilmesi taahhüt
edilmiş ve Beşiktaş 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğünce de 16/9/1992 tarihinde
başvurucular adına olan sicil kaydı terkin edilmiştir. Dolayısıyla taşınmazın
ihtilaflı 80 m²lik kısmının başvurucuların mülkiyetinde bulunmadığı açıktır.
50. Başvurucular tarafından iade iradesinin açıklandığı tarih olan
Belediyeye başvuruda bulunulduğu 24/12/2009 gününde yürürlükte bulunan 818
sayılı mülga Kanun'un 244. maddesinin birinci fıkrasının (3) numaralı bendi
uyarınca bağışlayan, şartlı bağışlarda bağışlananın haklı bir sebep olmaksızın
şartın gereğini yerine getirmemesi durumunda hibe edilen şeyi geri isteyebilir.
Bu hükmün bağışlananın kamu kurumu olması durumunda uygunlanmayacağını öngören
herhangi bir kural bulunmamaktadır. Kaldı ki Anayasa Mahkemesinin yukarıda
alıntılanan 12/1/2012 tarihli ve E.2011/23, K.2012/3 sayılı kararının
gerekçesinden anılan hükmün kamuya yapılan hibelerde de uygulanması gerektiği
anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında, köy ve belediye
sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlalarının köy veya belediye namına
tescil olunmasını öngören 2644 sayılı Kanun'un 21. maddesinin Anayasa'ya aykırı
olmadığı tespiti yapılırken rıza gösterilerek yola terk edilen taşınmazların
durumu da değerlendirilmiştir. Anayasa Mahkemesi, hukukumuzda bağışlamanın
şarta bağlı olarak yapılmasının da mümkün olduğunu hatırlatmış ve malikin
bağışladığı taşınmazın yol dışında başka bir amaç için kullanılmasını
istememesi durumunda şarta bağlı bağışlama yapma imkânına sahip olduğunu ifade
etmiştir. Gerekçede dolaylı olarak hibeye ilişkin borçlar hukuku hükümlerine
atıf yapılmıştır. Gerekçede yapılan açıklamaların aksi ile yorumundan, yol
şartı ile bağışlanan taşınmazların yol dışındaki bir amaçla kullanılması
durumunda bağışlayanın iade hakkının doğacağı sonucuna ulaşılmaktadır.
51. Somut olayda, ihtilaf konusu taşınmaz yol şartıyla Belediyeye terk
edilmiş (bağışlanmış), ancak Belediye tarafından konut alanına
dönüştürülmüştür. Bu durumda şartın gereğinin yerine getirilmediği açıktır.
Dolayısıyla başvurucuların, yol olarak kullanılmayan taşınmazın iadesi
hususunda 818 sayılı mülga Kanun'un sözü edilen hükmüne dayanan meşru
beklentileri bulunmaktadır.
52. Bu itibarla taşınmazın iadesi
isteminin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiği sonucuna
ulaşılmaktadır.
ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü
53. Mülkiyet hakkına müdahale, devletin yasal, idari ve adli fiil veya
işlemleriyle Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının
kullanım alanının daraltılmasıdır. Bu nedenle mülkiyet hakkına müdahaleden söz
edilebilmesi, kural olarak kamunun aktif bir fiilinin varlığını
gerektirmektedir.
54. Başvuru konusu olayda, yol şartıyla belediyeye terk edildikten
sonra imar planında değişiklik yapılarak konut alanına dönüştürülen taşınmaz,
iade hususunda meşru beklenti sahibi olan önceki maliklere iade edilmemiştir.
İdarenin fiilinin "iade etmeme" biçiminde tanımlanması, pozitif bir
edimin yerine getirilmediği izlenimi oluştursa da buradaki "iade
etmeme" şeklindeki pasif eylem, uyuşmazlığın devletin pozitif
yükümlülüklerini ilgilendirdiğini ima etmemektedir. Pasif kalmak biçiminde
beliren bir davranışın da fiil olarak nitelenmesi mümkündür. Dolayısıyla
idarenin eylemsizliğinin söz konusu olduğu her durumda pozitif bir yükümlülüğün
yerine getirilmediği sonucuna ulaşmak mümkün değildir.
55. İdarenin yapması gereken bir şeyi yapmamasının ne zaman pozitif yükümlülük
ne zaman negatif yükümlülük kapsamında inceleneceğinin tespitinde başvurulacak
ölçüt, idarenin "yapma" yükümünün mülkiyet hakkının üçüncü kişiler
tarafından gelebilecek müdahalelere karşı korunmasına veya üçüncü kişiler ya da
kamu tarafından mülkiyet hakkının ihlali hâlinde ihlalin sonuçlarının
giderilmesine yönelik olup olmadığıdır. Şayet idarenin "yapma" ödevi
mülkün korunması veya ihlalin sonuçlarının giderilmesi (düzeltme) kapsamında
idareye yüklenen bir edim niteliği taşıyorsa bu hâlde idarenin
"yapmama"biçiminde tezahür eden fiilinin pozitif yükümlülükler
kapsamında ele alınması gerekir. Buna karşılık, şikâyet edilen pasif eylem,
idarenin koruma ve düzeltme yükümlülükleri kapsamında ifası gereken bir görevin
yerine getirilmemesi niteliğinde değilse bu takdirde idarenin yapması gereken
bir şeyi yapmamasının, negatif yükümlülükler kapsamında incelenmesi lazım
gelmektedir.
56. Somut olayda taşınmazın
başvuruculara iade edilmesi ödevi, mülkiyet hakkının üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı korunmasına veya üçüncü kişilerin ya da kamunun
müdahalesinin sonuçlarının giderilmesine yönelik bir edim değildir. Bu nedenle
bu edimin ifa edilmemesinin pozitif yükümlülükler kapsamında değil, negatif
yükümlülükler kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
57. Anayasa’nın 35. maddesinde
bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye
-başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak
koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma
ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma,
semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Ayrıca
"meşru beklenti" teşkil eden mülk edinme beklentilerini zedeleyici
kamu işlem ve eylemleri de mülkiyet hakkına müdahale oluşturur.
58. Somut olayda, yol şartıyla Belediyeye terk edildikten sonra imar
planında değişiklik yapılarak konut alanına dönüştürülen taşınmazın iadesi
yolunda meşru beklenti sahibi olan önceki maliklerine iade edilmemesi mülkiyet
hakkına müdahale oluşturmaktadır.
59. Anayasa’nın 35. maddesi ve
mülkiyet hakkına temas eden hükümler içeren kıyılara ilişkin 43., toprak
mülkiyetine ilişkin 44., kamulaştırmayı düzenleyen 46., tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının korunmasına ilişkin 63., tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168.,
ormanlara ilişkin 169. ve 170. maddeleri ile müsadereye ilişkin 28. maddesinin
sekizinci fıkrası, 30. maddesi, 38. maddesinin onuncu fıkrası dikkate
alındığında Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva
ettiği görülmektedir. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin
mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl
yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl
yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir (Recep Tarhan ve
Afife Tarhan, § 55).
60. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet
hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda
"mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de
çizilmiştir. Öte yandan Anayasa'nın 46. maddesinde taşınmaz mülkiyetinden
yoksun bırakma yolu olan kamulaştırma usulü özel olarak düzenlenmiştir(Recep
Tarhan ve Afife Tarhan, § 56).
61. Anayasa’nın 35. maddesinin son fıkrasında mülkiyet hakkının
kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle
devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân
sağlanmıştır. Zira mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamaması, devletin mülkiyetin kullanımının toplum yararına uygun olarak
düzenleyebilmesini gerektirmektedir. Bu durumda da devletin “mülkiyetin
kullanımını kontrol” yetkisine sahip olduğunun kabulü zorunlu hâle
gelmektedir. Ayrıca Anayasa'nın kıyılara ilişkin 43., toprak mülkiyetine
ilişkin 44., tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ilişkin 63.,
tabii servet ve kaynaklara ilişkin 168., ormanlara ilişkin 169. ve 170.
maddeleri ile müsadereye ilişkin 28. maddesinin sekizinci fıkrası, 30. maddesi
ve 38. maddesinin onuncu fıkrasında devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne
imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan,
§ 57).
62. Mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına
müdahalenin özel biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma şeklindeki müdahalede
mülkiyetin kaybı söz konusudur. Mülkiyetin kullanımının kontrolünde ise
mülkiyet kaybedilmemekte ancak mülkiyet hakkının malike tanıdığı yetkilerin
kullanım biçimi, toplum yararı gözetilerek belirlenmekte veya
sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale ise genel
nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin
kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her türlü müdahalenin mülkten
barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele alınması gerekmektedir.
Bununla birlikte özellikle kamu otoritelerinin doğrudan mülkün kullanımına
yönelik olmayan ancak sonuçları itibarıyla mülkiyet hakkını etkileyen
müdahaleler mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında
görülmelidir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 58).
63. Somut olayda, başvurucular
hukuken taşınmazın maliki olmayıp malik olacakları yolunda meşru bir beklentiye
sahiptir. Belediye tarafından, başvurucuların yol yapımı şartıyla bağışladığı
taşınmazın şarta uygun bir şekilde yol olarak kullanılmayıp konut alanına
dönüştürülmesinin mülkten yoksun bırakma olarak değil mülkiyetten barışçıl
yararlanma hakkına müdahale kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmaktadır.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup
Oluşturmadığı
64. Anayasa’nın 35. maddesinde
mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı
amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına
müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin
genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde
bulundurulması gerekmektedir.
65. Anayasa'nın 13. maddesi
şöyledir:
"Temel hak ve
hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
66. Anılan madde uyarınca temel
hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına
yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi için müdahalenin kanuna
dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek
yapılması gerekmektedir.
(1) Kanunilik
67. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygun düşebilmesi
için Anayasa'nın 35. maddesi ile 13. maddesindeki düzenlemelere uygun olarak
yapılması gerekmektedir. Anayasa'nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında mülkiyet
hakkının ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği belirtilmek
suretiyle mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerin kanunda öngörülmesi gereği
ifade edilmiştir. Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin
genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de "hak ve
özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğini" temel bir ilke olarak
benimsemiştir (Mehmet Arif Madenci, B. No: 2014/13916, 12/1/2017, § 69).
68. Olayda başvurucular tarafından, konut alanına dönüştürülen 80 m²lik
taşınmazın iadesi amacıyla açılan tapu kaydının iptali ve tescil davası, 2942
sayılı Kanun'un 35. maddesine dayanılarak reddedilmiştir. Dolayısıyla
başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin 2942 sayılı Kanun'un 35. maddesine
dayandığı anlaşılmaktadır.
69. 2942 sayılı Kanun'un 35. maddesinde, imar mevzuatı gereğince
düzenlemeye tabi tutulan parsellerden düzenleme ortaklık payı karşılığı olarak
bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve bunun gibi kamu hizmet ve tesislerine
ayrılan yerlerle özel parselasyon sonunda malikinin muvafakatıyla kamu hizmet
ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından
mülkiyet iddiasında bulunulamayacağı ve karşılığının istenemeyeceği hükme
bağlanmıştır.
70. Anılan hükmün, düzenleme ortaklık payı (DOP) olarak ayrılan yerler
ile malikinin muvafakatıyla kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan
yerlerin öngörüldükleri amaca uygun olarakyol, yeşil saha ve bunun gibi kamu
hizmet ve tesisleri için kullanılmayıp özel mülkiyete dönüştürülmesi durumunda
uygulanıp uygulanmayacağına yönelik açık bir ifade bulunmamaktadır. Bununla
birlikte somut olaydaMahkeme, söz konusu hükmün DOP olarak kamu hizmetlerinde
kullanılmak üzere ayrılan veya malikin rızasıyla kamu hizmetlerinde kullanılmak
üzere kamuya terk edilen taşınmazların kamu yararı dışında amaçlarla
kullanılması durumunda da uygulanacağı sonucuna ulaşmıştır. Buna göre kamu
hizmetlerinde kullanılması şartıyla bağışlanan taşınmazların kamu hizmetinde
kullanılmaması hâlinde bile malikin taşınmazı geri alma hakkı bulunmamaktadır.
Mahkemenin bu yorumunun Yargıtay içtihatlarıyla da uyumlu olduğu
anlaşılmaktadır (bkz. §§ 30-32).
71. Hukuk kurallarının ne şekilde yorumlanacağı ve birden fazla biçimde
yorumlanmasının mümkün olduğu durumlarda bunlardan hangisinin benimseneceği
derece mahkemelerinin yetkisinde olan bir husustur. Anayasa Mahkemesinin
bireysel başvuru kapsamında inceleme yaparken kural olarak derece
mahkemelerince uygulanan hukuk kurallarının nasıl yorumlanması gerektiği
hususunda derece mahkemelerinin yerine geçerek karar vermesi bireysel
başvurunun amacıyla bağdaşmaz.Anayasa Mahkemesinin görevi, derece
mahkemelerince benimsenen yorumun etkilerini incelemek ve bunların hak ve
özgürlükleri ihlal edip etmediğini saptamaktır. Dolayısıyla Mahkemenin 2942
sayılı Kanun'un Yargıtay içtihatlarıyla uyumlu olduğu anlaşılan yorumuna
dayanılarak başvurucuların iade istemi reddedildiğinden mülkiyet hakkına
yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
(2) Meşru Amaç
72. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı
amacıyla sınırlanabilir. Toplum yararı, ortak çıkar, genel yarar gibi
birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve bireysel çıkardan
farklı onun üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı Anayasa'nın 35. maddesinin
mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebi olup genel yarar
ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır
(AYM, E.1999/46, K.2000/25, 20/09/2000).
73. Özellikle
mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenleyen kanunlar gibi sosyal ve ekonomik
politikaların uygulanmasını belirleyen düzenlemeler konusunda yasama organının
geniş bir takdir yetkisinin olması doğaldır. Kural olarak kamu makamları
ekonomik veya toplumsal bir politikayı hayata geçirmek amacıyla mülkiyet
hakkına müdahale etmişlerse burada meşru bir kamu yararı amacının bulunduğunu
varsaymak gerekir. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması hâlinde ise
örneğin kamulaştırma gibi hususlarda uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz
yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda
oldukları açıktır. Bu nedenle müdahalenin kamu yararına uygun olmadığını ispat
yükümlülüğü bunu iddia edene aittir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 35).
74. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının
takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma
elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi
gerekir. Makul bir temelden açıkça yoksun olan düzenlemelerin ve uygulamaların
ise kamu yararının tespitine ilişkin takdir yetkisi kapsamında
değerlendirilmesi mümkün değildir (Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239,
20/3/2014, § 29).
75.
Bağışlanan taşınmazın yol olarak tahsis edilmesinin kamu yararına yönelik
olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak 16/7/2005 tarihinde 1/5000 ölçekli nazım
imar planında, 9/8/2007 tarihinde ise 1/1000 ölçekli uygulama imar planında
yapılan değişiklikle taşınmazın "yol" olan tahsis amacı "konut
alanı" biçiminde değiştirilmiştir. Taşınmazın tahsis amacının
değiştirilmiş olması tek başına kamu yararının varlığını ortadan
kaldırmamaktadır. Zira bir taşınmazın konut alanı olarak kullanımı durumunda da
Belediye (kamu) ekonomik menfaat elde edeceğinden belli ölçüde kamu yararı
bulunmaktadır. Bununla birlikte, bu ikinci durumda (şartın yerine getirilmemiş
olması dolayısıyla) malikin, taşınmazın kendisine iade edileceği hususunda
meşru bir beklentiye sahip olduğu gözden uzak tutulmamalıdır (bkz. §§ 45-60).
Bu husus dikkate alındığında, konut alanına dönüştürülen taşınmazın malike
iadesi durumunda elde edilecek bireysel yarar karşısında Belediyenin
mülkiyetinde kalması hâlinde elde edilecek kamusal yararın önemi ve ağırlığı
hususunda ciddi kuşkular oluşmaktadır. Bu nedenle meşru amacın varlığının
aşağıda müdahalenin ölçülülüğüyle birlikte ele alınmasının daha uygun olacağı
sonucuna ulaşılmaktadır.
(3) Ölçülülük
(a) Genel İlkeler
76. Anayasa'nın 13. maddesi
uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden
biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak
ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki,
ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele
oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin, somut koşulların
gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan
yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM,
E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).
77. Ölçülülük ilkesi,
“elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı
gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç
bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale
ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan
müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi
gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012;
E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013;
E.2013/32, K.2013/112, 10/10/2013; E.2013/15, K.2013/131, 14/11/2013;
E.2013/158, K.2014/68, 27/3/2014; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2014/176,
K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2015/101, 12/11/2015; E.2016/16, K.2016/37,
5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri,
§ 38).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
78. Somut olayın, elverişlilik ve
gereklilik kriterlerinin tartışılmasını gerektiren bir yönü bulunmamaktadır.
Asıl tartışılması gereken husus, müdahalenin orantılı olup olmadığıdır.
79. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi
olan orantılılık, kamu yararının korunması ile bireyin hak ve özgürlükleri
arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin,
maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin
orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan
tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin
tespiti gerekmektedir.
80. Olayda başvurucular, maliki bulundukları taşınmazı yol yapılması
şartıyla Belediyeye bağışlamış ancak Belediye tarafından yapılan imar planı
değişiklikleriyle taşınmaz, konut alanına dönüştürülmek suretiyle bağış vaadi
sözleşmesinde belirtilen mükellefiyet ihlal edilmiştir. Bu mükellefiyetin
ihlali başvurucular acısından taşınmazın iadesi yönünde meşru bir beklenti
yaratmıştır. Meşru beklentinin doğması, taşınmazın her durumda mutlak surette
başvuruculara iadesini gerektirmemekle birlikte somut olayın koşulları gözetilerek
başvuruculara iadesinin gerekip gerekmediği hususunda ölçülülük ilkesi
çerçevesinde bir değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Oysa incelenen
başvuruda Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca yapılan ölçülülük değerlendirmesi
yönünden hukuki sorunun; 2942 sayılı Kanun'un 35. maddesi hükmünün, malikin
rızasıyla kamu hizmetlerinde kullanılmak üzere kamuya terk edilen taşınmazların
kamu yararı dışındaki amaçlarla kullanılması durumunda dahi taşınmazın malike
iadesine engel teşkil ettiği biçimindeki yerleşik yargısal içtihattan
kaynaklandığı görülmektedir.
81. Başvuru konusu olayda iade hakkının ortadan kaldırılmasının
başvuruculara önemli bir külfet yüklediği tartışmasızdır. Buna karşılık
Belediye, kamu yararı amacıyla yol yapılmak üzere bağışlanan taşınmazdan önemli
ekonomik yarar elde etmektedir. Yol şartıyla bağışlanan taşınmazın konut
alanına dönüştürülerek bundan elde edilecek ekonomik menfaatin Belediyeye ait
olması devlete güven ilkesini zedeleyici sonuçlar doğurmaktadır. Öte yandan,
Belediyenin konut alanına dönüştürdüğü taşınmazdan ekonomik çıkar sağlamasıyla
elde edilecek kamu yararı, taşınmazın malike iade edilmemesi nedeniyle malikin
yüklendiği külfete kıyasen çok hafif kalmaktadır. Diğer bir deyişle konut
alanına dönüştürülen taşınmazın eski malikine iade edilmeyerek Belediyenin özel
mülkü hâline getirilmesi, amme menfaatlerinin gözetilmesindeki kamusal yarar
ile bireyin mülkiyet hakkının korunmasındaki bireysel yarar arasında kurulması
gereken makul dengenin malik aleyhine orantısız bir biçimde zedelenmesine yol
açmaktadır. Bu durumda, başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
ölçülü olduğundan söz edilemez.
82. Açıklanan nedenlerle
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İddialar
83. Başvurucular, iptal tarihi ile iade tarihi arasındaki dönem için
makul bir kira bedeli ödenmesine, taşınmazın doğu cephesinde kalan 74.4 m²lik
bölümü için hisseleri oranında ayrı ayrı 93.125 TL nin yasal faiziyle birlikte
ödenmesine ve Maliye Bakanlığına ödenen toplam 565.960.000 TL tapu tahsis harcı
ile buna bağlı zam ve cezaların hisseleri oranında ödenmesine karar verilmesi
isteminde bulunmuşlardır. Başvurucuların bu tazminat taleplerinin dayanağı olan
olgulara ilişkin herhangi bir şikâyeti bulunmadığından bu istemlerin
incelenmesine gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50.
Maddesi Yönünden
84. 6216 sayılı Kanun’un 50.
maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“(1)
Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2)
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme,
Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
85. Başvurucular, ihlalin
tespiti ile taşınmazın bedelsiz olarak iadesine ve adlarına tescil edilmesine
karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
86. Başvuruda mülkiyet
hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
87. Mülkiyet hakkının
ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki
yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere
İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
88. Dosyadaki belgelerden tespit
edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Birleştirme işlemi
nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Taşınmazın iade
edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Taşınmazın iade edilmemesi
nedeniyle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuların diğer
iddialarının İNCELENMESİNE GEREK GÖRÜLMEDİĞİNE,
D. Kararın bir örneğinin
mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden
yargılama yapılmak üzere İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL
vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA
MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini
takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay
içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği
tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet
Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/3/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder